Hukukta Metot |
I-GİRİŞ
Hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir. Bu amaçla birey, toplum ve devlet ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünü ve sistemin kendisidir.
Hukukun amacı, adaletin sağlanmasıdır. Hukuk sistemi, adil bir toplumsal düzenin kurulmasını öngörür. Adalet ise, hakkın sahibine makul sürede verilmesi ve dağıtılmasıdır.
Hukukun amacı olan adalete ulaşılması bir dizi kurala uygun olarak hareket edilmesine bağlıdır. Hukukta metot ihtiyacı adalete ulaşılması için olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
II-METOT KAVRAMI VE ÖNEMİ
Hemen her konuda, özellikle bilimsel çalışmalarda başarının elde edilmesi, o konuda en etkili yol, yöntem ve usullerin izlenmesine bağlıdır.
Metot kelimesi sözlükte bir amaca erişmek için izlenen ve tutulan yol, usul, sistem, prosedür, politika; bilimde belli bir sonuca erişmek için bir plana göre izlenen yol olarak tarif edilmektedir.
Hukukta da öngörülen amaç olan adalete ulaşılması bu konuda gerekli metotların izlenmesine bağlıdır.
Adaletin tecellisi, somut bir uyuşmazlıkta gerçeğin ortaya çıkarılması ve hakkın sahibine teslimine bağlıdır.
III-HUKUK MANTIĞI
Hukukun amacı, gerçeğe ulaşmaktır. Zira adalet, gerçeğin üzerine bina edilecek karar ile tecelli eder.
Mantık biliminin de amacı gerçeğe ulaşmaktır. Mantık, gerçeğe ulaşmak amacıyla doğru düşünmenin yol ve yöntemlerini ortaya koyan bilimdir.
Mantık ve matematik bilimleri bütün bilimlerin temelidir. Platon’un akademisinin girişine “matematik bilmeyen bu kapıdan giremez” demesi bundandır. İslam Düşünürü Kindî(Ebu Yusuf Yakub bin İshak el-Sebbah el-Kindî) de benzer şekilde matematik ve mantık bilimlerinin bütün bilimlerde gerçeğe ulaşmada olmazsa olmaz nitelikte olduğunu ifade etmiştir.
Tüme varım, tümden gelim, akıl yürütme, kıyas, yorum, intinbat gibi mantık biliminin gerçeğe ulaşma araçlarının tamamı hukukta da yöntem olarak, bir uyuşmazlığı çözmek, gerçeğe ve nihayete adalete ulaşmak için kullanılan araçlardır. Buna hukuk mantığı da denilmektedir.
Hukukta özellikle tümevarım yöntemi uygulanmaktadır.
Buna göre;
Büyük önerme
Küçük önerme
Sonuç şeklinde önermeler dizisiyle gerçeğe ulaşılmaktadır.
Büyük önerme, ilgili soyut normdur.
Küçük önerme, somut olay ve delillerdir.
Sonuç, soyut normun somut olaya uygulanmasıyla ulaşılan gerçeklik ve yargıdır.
Hukukta gerçek, hâkimin verdiği son kararla tecelli eder ve hakkın sahibine teslimi ile adalet sağlanmış olur.
Yine felsefe, gerçek bilgiye ulaşmak amacıyla doğru düşünmenin yöntemlerini ortaya koyar. Bu amaçla şüpheciliğin, soru sormanın, sorgulamanın, akıl yürütmenin ve araştırmanın önemini ele alır.
Hukuk fakültesi öğrencisinden, avukat, savcı ve hâkime hukukun uygulamasında görev alan herkes için bu mantık silsilesinin uygulanması elzemdir.
IV-MUHAKEME SÜRECİNDE METOT VE EVRELER
Muhakeme faaliyetinde hakkı muhtel olanın yargı mercilerine ilk başvurusundan son kararın verilmesi ve hakkın sahibine dağıtılması ve teslimiyle adaletin tecellisinde şu aşamalar yer almaktadır:
Olayı anlamak-nitelemek-normu belirlemek-uyuşmazlığı çözmek.
Her şeyden önce adalet dağıtma mevkiinde olan makam, mercii ve kişiler erişilebilir olmalı, mazlum olduğunu öne süren insanlar kolaylıkla ve korkmadan “Hak Kapısı”na varabilmelidir.
Haksızlığa uğrayan her birey bilmeli ve inanmalı ki,“ülkede hak, hukuk, kanunlar ve adalet var;hakkını alabileceği yargı organları ve hâkimler var.” Bir ülkede bunun denmesi, o ülkede yaşayanların yargıya, adalete, mahkemelere, hâkimlere güvenmesi o kadar önemlidir ki… Bireylerin yaşaması için hava, su, ekmek ne ise; toplumların, milletlerin yaşaması için de adaletin varlığı ve o milletin fertlerinin o ülkede yargının işlediğine, adaletin var olduğuna inanması ve güvenmesi de odur; mesele o kadar önemlidir.
Toplumları medeni millet yapan en temel değerlerden birisi, hukuka uyma ve adalet bilinci, İnsanlarımızın “Toplum Sözleşmesi” yoluyla meydana getirdiği ortak hukuk kurallarına uyma bilincinin geliştirilmiş olmasıdır. Bireylerle bireyler arasında, bireylerle devlet arasında bir uyuşmazlık ortaya çıktığında yine o “Toplum Sözleşmesi” gereği millet adına bu uyuşmazlığı çözerek son sözü söyleme yetkisinin hâkimlerde olduğu bilinmeli, buna inanılmalı ve güvenilmelidir. Bu algının, bu değerin tesisi o ülkenin medeni bir millet olmaklığının en temel göstergelerinden; huzur içinde yaşadığının en belirgin alametlerinden birisidir.
Yargı organlarına, adalete güven yoksa veya kalmamışsa o ülkede huzur kalmamış demektir; o ülke içten içe çürümüş olan bir ağaç gibidir; ilk sarsıntıda yerle bir olacak demektir. Adalet, mülkün temelidir. Devlet nizamının devamı, toplumsal bağların güçlü olması adaletle kaimdir.
İşte hâkimler, adına karar verdiği millet için vardır. Milletimizin “Toplum Sözleşmesi” anlayışıyla yargı mensuplarına verdiği yetki ile ve yine Onlar adına karar verilmektedir.
Millet adına millet için hüküm veren bir hâkimin halktan kopuk olması, halkın temel değerlerinden uzak olması, kendisini halktan büyük görmesi, insanını küçük ve hakir görmesi olacak iş değildir. Tarafsızlığını ve bağımsızlığını temin etme yönü müstesna, bir hâkim, kendisini asla içinde yaşadığı toplumdan tecrit etmemelidir. İçinde yaşadığı toplumun özelliklerini ve değerlerini bilmelidir. Bu aynı zamanda kanun gereği de görevidir. Türk Medeni Kanununun birinci maddesinde hâkimin aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun örf ve adetlerini bilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kaldı ki bir hâkim yaşadığı toplumun değerlerinin bir toplamı, bir anlamda hukuk insanı kıyafeti giymiş şeklidir.
Hem karar verirken bulunması gereken en temel değer olan tarafsızlık sağlanacak, hem de içinde yaşanılan toplumdan kopulmayacak. Bu dengeyi sağlamak ve korumak gerçekten de kolay değildir; ama büsbütün imkânsız da değildir. Vakarlı, ciddi, yetkin, saygın, kendinden emin bir yargı mensubu bu dengeyi kurar ve korur.
Toplumun her kesiminden insanlar gelebilir hak kapısına. İşçişi, köylüsü, öğrencisi, emeklisi, sanayicisi, yaşlısı, genci. Her etnik köken, siyasi düşünce ve inanış, her toplum katmanından insan olabilir. Yanında avukatı olabilir veya olmayabilir.
Kişiler adliyeden, hâkimden çekinmeden, bilakis adalete ve hâkimlere güvenerek yargısal usul ve teamüller içinde meramını ve ızdırabını anlatabilmelidir. Bu noktada yargı mensuplarının bireylere bu emniyet duygusunu sağlamak kadar, muhatapların temsil edilen makama saygı duymasını temin etmek için vakarlı ve ciddi olmak da bir o kadar önemlidir.
Toplumda yaşanan her bir uyuşmazlık, ister adliyeye intikal etsin ister etmesin, toplum düzeninin bozulması demektir. Gönül ister ki, insanlar sulh yoluyla meseleleri önce kendi aralarında uygun bir tarzda çözebilsin. Ama çözebilme imkânı yoksa da bunu adliyeye intikal ettirme, hakkını meşru ve yasal yollardan adliye organları aracığıyla elde etme konusunda da herhangi bir çekinme ve duraksama yaşamamalıdır.
Meşhur eski bir kıssada “Berlin’de hakimler var denildiği gibi” ülkede hâkimler var denmelidir, yargı mensupları bunu dedirtmelidir. Adaletin işlediğine dair toplumda bir güven duygusu sağlanmalıdır.
Her bir uyuşmazlık adliyeye intikal ettikten sonra yargı mensupları aracığıyla en makul sürede ve en etkin şekilde çözüme kavuşturulmalıdır.
1. OLAYI ANLAMAK
Yargı mensubunun önüne çözülmek üzere bir uyuşmazlık gelir.
Gelen kişinin iddiaları var. Hakkının yendiğini iddia ediyor. Bir sürü olaylar dizisi var, anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor.
İyi bir hukukçuya düşen en önemli iş, öncelikle olayı ve uyuşmazlığı anlamaktır.
Anlamadığımız olayı çözemeyiz. Bir gömleğin giyilmesinde ilk düğmenin doğru iliklenmesi ne kadar önemli ise, bir olayın çözülmesinde de önce olayındoğru anlaşılması o kadar önemlidir. İlk düğmesi yanlış iliklenen bir gömlek doğru giyilemediği gibi hiç veya gereği gibi anlaşılmayan bir olayın nitelendirilmesi, uygulanacak normun doğru belirlenmesi ve nihayet soyut normun somut olaya uygulanarak olayın çözülmesi hatalı olacaktır.
Bir avukat, hakkını almak üzere kendisine vekâlet vermek isteyen müvekkil adayının olayını doğru anlamalıdır.
Bir Cumhuriyet savcısı, ifadesini aldığı mağdurun veya müştekinin şikâyetinin ne olduğunu, ifadesini aldığı şüpheli, tanık gibi tüm süjelerin ne dediğini doğru anlamalıdır.
Bir hâkim yargılama sırasında ifadesini aldığı muhataplarının taleplerini doğru anlamalıdır.
Esasen bir olayı anlamak iki yolla olur: Okuyarak ve dinleyerek.
Okumak, bir hukukçunun tutkusu olmalıdır. Bir yargı mensubu önündeki dosyadaki tüm dilekçe, layiha, bilgi, belge ve delilleri okumalı, olayı ve uyuşmazlığı kavramalıdır.
İyi bir hukukçu, hızlı okuma ve okuduğunu hızlı bir şekilde anlama ve kavrama konusunda yetkin olmalı, kendini bu yönde yetiştirmeli ve geliştirmelidir.
İyi bir yargı mensubu olayı tensip kararıyla doğru şekilde çözer. Dosyayı okumanın da ötesinde iyice hazmeder, özümser ve etüt eder. İlgili kısımların altını çizer ve notlar çıkarır.
Bir hâkim ve Cumhuriyet savcısının asli görevi önüne gelen uyuşmazlığın muhataplarını dinlemektir. Bu sebeple iyi bir yargı mensubu ifade ve sorgu konularında yetkin olmalıdır.
Dinleme nasıl olmalıdır?
Kemal-i ciddiyet ve vakarla…
Her türlü önyargıdan soyutlanarak, tarafsız ve nesnel bir biçimde, anlatan kişiye yönümüz dönük olarak ve mümkün olduğu ölçüde onun gözlerinin içine bakarak dinlemek.
Sosyal hayatta bile, bir derdinizi, önemli gördüğünüz bir meseleyi, bir sırrınızı, bir yakınınıza, eşinize, dostunuza anlatırken sizin yönünüz anlattığınız kişiye dönük olduğu ve ona baktığınız halde, anlattığınız kişinin yönünü başka bir yana çevirmesi, gözüyle başka şeylere bakması bir iletişim hatasıdır. “Sen anlat, ben seni dinliyorum” diyor, ama başka şeylere bakıyor, etrafı izliyor veya yönünü başka tarafa çeviriyor. Muhatabınızın sizi dinlemediğini düşünür ve değersizlik hissine kapılırsınız.
Öncelikle muhatabımıza değer verdiğimizi, onu ciddiye aldığımızı ve özenle dinlediğimizi göstermeliyiz.
Beden dilimizle, tutum ve davranışlarımızla muhataplarımıza şu mesajı vermeliyiz:
“Sen önemli ve değerlisin; anlattıkların önemli. Anlattıklarının doğru olup olmadığını, senin haklı olup olmadığı bilmiyorum; ona bakacağız; gereken ne ise yapılacak; haklı isen haklılığın; haksız isen haksızlığın yaptığım yargıma sonucunda ortaya çıkacak; en etkin şekilde mevzuata ve hukuka uygun en adil kararı vereceğim; buna emin olabilirsin…”
Böylesi bir önem verme, böylesi bir ciddiyet. Dinlenilen kişi konuşurken yönümüzün tamamen ona dönük olması ve gözlerimizin onun gözlerinin içine bakması çok önemlidir. Muhatabı aşağılamadan, hakir görmeden veya alaylamadan… Yargının tarafsızlığını muhatabının iliklerinde duymasını sağlayacak bir vakar, ciddiyet, asalet, kanun adamlığı ve adaleti temsil hali…
Dinlemek tabii ki öylece sessizce beklemek, durmak değil elbet. Aktif bir dinlemeden söz ediyoruz.Hal ve hareketlerimizle, jest ve mimiklerimizle, duruşumuzla, dinlediğimizi belirtecek ama akışı bozmayacak şekilde araya girmelerimiz ve soru sormalarımızla aktif bir dinleme olmalıdır.
Esasında tam da bu noktada dinlemenin bir yönü anlamaya bakmaktadır. Meselenin künhüne vakıf olmak, anlatılanların özünü kavramak ve olayın odağından ayrılmamak gerekir.
5 N 1 K denilen soru dizgesi önemlidir. Konu ne, olay ne, ne olmuş, nerede olmuş, ne zaman olmuş, nasıl olmuş, neden olmuş, kimler var, konunun muhatapları kim?…
Özellikle de anlatanın iddiaları içinde, hakkının yendiğini düşündüğü olayın olgusal anlamda “nirengi noktası” ne; düğüm yeri neresi; nerede yoğunlaşıyor hakkının yendiği iddiası; uyuşmazlık nerede düğümleniyor onun anlatımına göre, bunu tespit etmek gerekir.
Uyuşmazlığı olgusal anlamda bir neden sonuç zinciri, mantıksal bir kurgu silsilesi içinde, onun anlatımına göre, kafamızda sıralamak ve oturtmak gerekir. Yani dinlediklerimizi hazmetmek ve akli, mantıki muhakeme faaliyeti içinde anlamsal ve kurgusal bir sisteme oturtmak elzemdir. Yargı mensubu bir anlamda simülasyon yapar gibi olayı zihninde canlandırabilmelidir.
“Olay şu: Şu tarihte, şurada, şundan dolayı, şu şekilde, şunlar arasında olmuş, iddiası hakkının şu bağlamda yendiği noktasında odaklanıyor.” Eski deyişle “meseleyi maddiyeyi” iddia edenin anlatımını kafamızda açıklığa kavuşturmak gerekir.
Adaleti dağıtma mevkiinde olmanın en önemli gerekliliği, önyargıdan uzak, nesnel, tarafsız bir biçimde konunun bütün taraflarını dinleyip delilleri topladıktan sonra karar vermektir.
Ardından bu kez, yukarıda belirttiğimiz aynı kemal-i ciddiyet ve vakarla dinleme faaliyetini konunun diğer muhatabı (davalı veya şüpheli/sanık)açısından da gerçekleştirmek.
Aynı şekilde bu kez savunma tarafını dinleyerek beden dilimizle, tutum ve davranışlarımızla muhataplarımıza şu mesajı vermeliyiz:
“İddia eden tarafından şunlar şunlar öne sürülüyor; iddiasına göre şöyle bir olay var, konu nedir bir de sen anlat bakalım; o anlattı ama onun anlattığı benim için doğrudan etkili değil, seni dinleyip yargılama yaptıktan sonra karar vereceğim; şuna emin ol ki, iddia edenin iddiasına göre, haklı ise haklılığın ortaya çıkması kadar, hakkında iddia öne sürülen senin masum isen masumiyetinin açığa çıkması, aklanman da benim için aynı derecede önemli; haklı haksız burada belli olacak, buna emin ol; çekinmeden, güvenle anlat işin doğrusunu, delillerini bildir bakalım…”
Hâkim, yönü tam olarak muhatabına dönük bir halde, göz kontağını sağlayacak şekilde, hal ve hareketleriyle, jest ve mimikleriyle, ara ara katılımıyla ona da aynı şekilde değer ve önem verdiğini, onu dinlediğini hissettirmelidir.
Aynı şekilde yukarıda belirttiğimiz gibi savunma yapanın anlattıklarını da hâkim anladığından emin olmalıdır. Tek tek iddia edenin her bir iddiasına nasıl yanıt veriyor, konuyu o nasıl takdim ediyor, olayın yeri, zamanı, sebepleri konusunda iddialar karşısında onun beyanları, savunmaları ne; karşı iddiaları var mı, varsa neler, delilleri neler?
Adalet karşısında, hâkim önünde iki taraf da kendini denk hissetmeli, farklı ve ayrı bir muameleye tabi tutulmadığını, Anayasa, kanunlar, mer’i mevzuat neyi gerektiriyorsa hâkimin nesnel vicdanına göre en adil kararı vereceğini düşünmeli, buna yürekten inanmalılar; hâkim hal ve tavırları ile buna olan güveni temin ve tesis etmelidir.
Hâkim iki tarafı da bu şekilde dinledikten ve delillerini toplayıp inceleyip değerlendirdikten sonra kafasında uyuşmazlığa ilişkin olayı olgusal anlamda netleştirmeli ve açıklığa kavuşturmalıdır.
“Şu tarihte, şurada, şu şekilde, şu sebeple, şunlar arasında şöyle bir olay yaşandığı anlaşılmaktadır. Olaylar mantık silsilesi anlamında şöyle şöyle gerçekleşmiştir. Toplanan delillerin değerlendirilmesine göre, bu olayın nirengi noktası şurasıdır; bu olaydaki uyuşmazlık, şu noktada odaklaşmaktadır.”
2-HUKUKİ NİTELENDİRME
Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu maddi olay ve bunun nerede odaklandığı, uyuşmazlığı nerede düğümlendiği anlaşıldıktan sonra sıra “niteleme” aşamasına gelir. Bu aşama hukuki niteleme, tavsif, altlama gibi değişik isimlerle ifade edilmektedir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu olan olay hukuken tavsif edilecek olursa:
Davacı somut olayda “alacak” iddiasında bulunuyor kendince belki; ama aslında oluşa ve nitelemeye göre, olay muarazanın men’inden başka bir şey değil.
Fakültedeki bir Hocamız bu nitelendirme faaliyetini tipik terzilik ameliyesine benzetirdi. Terzinin elinde bir kumaş var, kişinin beden ölçülerini alıyor, o kumaştan o kişiye özgü, onun için bir kıyafet dikiyor.
Kabul edilen meseleyi maddiyeye, maddi vakıalara ve oluşa göre hukuki nitelemenin yapılması yargılama faaliyetinin en hayati noktasını oluşturmaktadır.
Örnekler:
Uyuşmazlık;
-Tebligatın usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı noktasında odaklanmaktadır.
-Kişinin emin sıfatıyla zilyet olup olmadığı noktasında odaklanmaktadır.
-Satışın şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında odaklanmaktadır.
-Yazılan köşe yazısındaki ifadelerin basın hürriyeti kapsamında olup olmadığı davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği noktasında odaklanmaktadır.
Kabul edilen olaylara ilişkin oluşa göre niteleme yapıldıktan sonra bu sefer o niteleme esas kabul edilerek o olaya uygulanacak hukuk kuralları tespit edilecektir.
Einstein’a bir problemi çözmek için bir dakika verilse bunu nasıl kullanacağı sorulduğunda bunun elli saniyesinde düşünür, on saniyesinde de işlemi yaparım demiş.
Bir yargılama faaliyetinde bir hukukçunun belki de en çok emek harcayacağı kısım bu aşamadır.
Olayın düğüm noktasını belirlediğimizde sıra o düğümü çözmek üzere hangi normun uygulanacağını belirleme aşamasına gelir. Hukuki nitelendirme, eldeki somut olayda hukuki sorunu, uyuşmazlığın nirengi noktasını tanımlayarak olayın odak noktasını belirlemektir.
3-HUKUK NORMUNU BELİRLEMEK
Hukuki nitelendirmeyi izleyen aşama;kabul edilen oluşa göre yapılan hukuki nitelemeye uygun olarak o konunun hukuken çözümüne yarayacak hukuk kuralını bulmak ve tespit etmektir.
“Dinleyip anladıktan sonra kabul ettiğim oluşa göre, hukuki nitelemesi şu olan bu olayın çözümü için mevzuatımızda şu kanunumuzda şu düzenlemeler yer almaktadır, buna göre kurallar şunlardır, şu hususlar hüküm altına alınmıştır; şunlar şu şekilde kurala bağlanmıştır. Bu hususta yerleşmiş yargı içtihadı birleştirme kararları şu doğrultudadır…”
Şeklinde konunun hukuki boyutu kapsamlı bir şekilde ortaya konulmalıdır.
Bir hukukçunun analitik düşünme, muhakeme etme, yorumlama, akıl yürütme, araştırma yapma, bilgiye ulaşma ve erişme konularında yetkin olması gerekir.
Olayı anlayıp kavradıktan, hukuki nitelendirmeyi yaptıktan sonra o alanda hukukumuzda pozitif bir düzenleme olup olmadığı konusunda mevzuatta araştırma yapılmalıdır.
İlgili soyut hukuk normları belirlenerek bunların ortaya koyduğu hukuki çerçeve yansıtılmalıdır.
4-UYUŞMAZLIĞI ÇÖZMEK
Nihayet tespit edilensoyut hukuk kuralı somut olaya uygulanır, bir neticeye ve yargıya varılır, gerçeğe ulaşılır ve verilen son karar ile uyuşmazlık çözüme kavuşturulur.
Özetle yargılama şu şekilde gerçekleştirilir ve karara bağlanır:
-İddia şudur,
-Savunma şudur,
-Yapılan yargılama toplanan delillerin değerlendirilmesi sonucunda mahkememizce kabul edilen olaya ilişkin oluş şudur;
Buna göre taraflar arasındaki uyuşmazlık şudur, bu uyuşmazlığın nirengi noktası şudur; uyuşmazlık şu noktada odaklanmaktadır,
-Olay hukuken şu kurumla ilgilidir,
-Hukukumuzda bu kurum şöyle düzenlenmiştir; mevzuatta şu hususlar kurala bağlanmıştır;
-Somut olayda şöyle olduğundan şu sonuca varılmış ve şu şekilde karar verilmiştir.”
Denilerek yaptığımız hukuki nitelemeye göre, hukukumuzda yer alan kuralları somut olaya uygulayarak taraflar arasındaki olaya ilişkin uyuşmazlığı çözeriz.
V-SONUÇ
Böylece verilen nihai karar ile yargılama faaliyeti sona ermiş olur.
Bu noktada, eldeki bir olayda adalete ulaşmak için nasıl bir metot izlendiğini özetlemek gerekirse;
Hâkim önce iki tarafı dinlemektedir.
Olaya ilişkin anlatımları anlayarak bir neden sonuç ilişkisi içinde delillerini de değerlendirmekte ve somut olaya ilişkin bir “oluşu” kabul etmekte ve bu oluşta uyuşmazlığın nerede düğümlendiğini, odaklandığını belirlemektedir.
Daha sonra kabul ettiği oluşa göre, bir hukuki niteleme yapmaktadır.
Yaptığı hukuki nitelemeye göre, somut olaya uygulanacak soyut hukuk kurallarını araştırıp bulmakta ve ilgili hükümleri irdelemektedir.
Nihayet, tespit ettiği soyut hukuk kurallarını, somut olaya uygulayarak taraflar arasındaki uyuşmazlığı çözüme kavuşturmaktadır.
Her işte vüsul, usul iledir. Hukukta usul, esastan önce gelir.
Hukukun amacı olan adaletin sağlanması, hukuk biliminin öngördüğü bu metotların uygulanmasına bağlıdır.
Hukukta işte bu metot kurallarına uyulması;
yargı mensubunun elindeki uyuşmazlıkları en makul sürede ve en etkin şekilde çözerek adaleti sağlamasına yardımcı olur;
objektif, istikrarlı, genelgeçer ve yeknesak bir uygulama standardının temini ile yargılamanın muhataplarının adalet beklentisi en etkin şekilde temin edilir ve
bu objektiflik, tutarlılık ve istikrar, yargının toplum nezdindeki güvenilirliğinin sağlanması noktasında çok büyük katkı sağlar.