Adalet Kuramları |
I-GİRİŞ
Bir değer olarak adalet, evrenin ruhu ve her ilişkinin temelidir. Hukukun amacı ise, adaletin egemen olduğu bir toplumsal yaşama düzeni sağlanmasıdır.
Adalet, hakkın sahibine en makul sürede ve en etkin şekilde verilmesi ve dağıtılmasıdır. Adaletin özünde eşitlik ve hakkaniyet düşüncesi bulunduğu kabul edilmektedir. Adaletin, erdemli her bireyde ve hukukun uygulanmasında görev alan yargı mensuplarında ve adalet çalışanlarında bütün tutum ve davranışları yönlendiren bir bilince ve kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası vazgeçilmez bir şiara dönüşebilmesi için adaletin mefhum düzeyinde ve boyutunda kavramsal ve kuramsal çerçevesi konusunda bilgi edinmek gerekmektedir.
Adalet kavramına olan yaklaşıma göre bazı kuramlar geliştirilmiştir. Denkleştirici adalet, dağıtıcı adalet, hakkaniyet, toplumsal adalet ve iyileştirici/onarıcı adaletbu kuramların başlıcalarıdır.
Bu yazıda adalet kuramları ele alınacaktır.
II-DENKLEŞTİRİCİ ADALET
Denkleştirici adaletin (justitiacommutative), değiş tokuş anlamına gelen Latince “commutare” kelimesinden doğduğu kabul edilmektedir. Bu kuramınözünüedimvekarşıedimineşitliğidüşüncesioluşturur.Denkleştirici adalet, mutlak eşitlik anlayışıyla hukukun muhataplarına hiçbir ayrım gözetilmeksizin eşit şekilde uygulanması anlayışına dayanır.
Şu halde denkleştirici adalet, herkesin diğerlerinden ayırt eden özelliği dikkate alınmadan aynı işleme tabi tutulmasını öngörür.Buna göre kimse verdiğinden daha çok almamalıdır. Aksi halde başkasına ait olan bir şeye sahip olmuş olur. Bu yüzden bozulmuş olan dengeyi yeniden kurmak için o şeyi gerçek sahibine geri vermesi gerekir.Bir zararın sonuçlarını ödeme veya tazmin etme yoluyla ortadan kaldırma, bozulan menfaatler dengesini yeniden kurma, salt eşitliğin gereği olduğu gibi ceza ile suç arasında eşitlik bulunması da bu anlayışın gereğidir.
Anayasamızın 10’uncu maddesinin birinci fıkrasında ifade edilen “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasidüşünce, felsefiinanç, din, mezhepvebenzerisebeplerleayırımgözetilmeksizinkanunönündeeşittir.”hükmübuadaletanlayışınıyansıtır.
Denkleştirici adalet, salt ve mutlak eşitlik düşüncesinin ürünü olarak herkese aynı işlemin yapılmasını öngörür. Bu ise adil gibi görünmekle birlikte, aksine adaletsiz sonuçlara götürebilmektedir. Bu kuram bu sebeple eleştirilmektedir.
III-DAĞITICI ADALET
Denkleştirici adalet, salt aritmetik bir eşitlik düşüncesine dayanır. Bu anlayış dağıtıcı adalet anlayışı tarafından eleştirilmektedir.
Dağıtıcı adalet, orantılı eşitlik düşüncesine dayanır. Buna göre hukuk, farklı durumda ve statüde bulunanların bu farklılığını dikkate almalı ve benzer durumda olanlara benzer şekilde muamelede bulunmalıdır. Dağıtıcı adalet(justitiadistributiva), hukuk sisteminin farklı durumda olanlara bu farklılıkları nazara alınarak adaletin dağıtılması düşüncesinden doğmuştur.
Dağıtıcı adalet; kişilerin yaş, yetenek, beceri, zekâ, statü, konum, ihtiyaçlar gibi farklı özelliklerini dikkate alınarak işlem yapılmasını öngörür.Şu halde dağıtıcı adalet, orantılı eşitlik anlayışıyla benzer durumda olanlara benzer şekilde muamele edilmesidir.
Farklı durumda olanların aynı muamele tabi tutulması adaletsizliğe yol açar. Kişilere durumun gerektirdiği şekilde farklılıkları dikkate alınarak işlem yapılması adil olandır.
Sorumluluk hukukunda aynen tazminin adaletsiz sonuçlar doğurabileceği durumlarda nakden tazmin yapılır.Suç ve cezanın denkleştirilmesinde salt eşitlik düşüncesi adaletsiz sonuçlara yol açar. Bunun yerine kişilere kusur durumuna göre kusurunun ağırlığına (kast-taksir) göre eylemi ile orantılı bir ceza verilir.İlk defa suç işleyen ile mükerrirlere aynı ceza verilemez. Tekerrür durumu cezanın tayininde dikkate alınır.
Gerçekte insanların eşitsizliğine dayanarak orantılı bir eşitlik düşüncesini benimseyen bu anlayış, birey-toplum-devlet ilişkilerinde nimet ve külfetlerin dağıtımında egemen olur. Topluma daha çok hizmet edenlerin daha çok almaları, yetenek ve gördükleri işin önemine göre memurlar arasında aylık ve derece ayrımı gözetilmesinde; daha muhtaç olanlara toplumca daha çok yararlar sağlanmasında olduğu gibi, yükümlülüklerin dağıtımında da geliri az olanların çok olanlara göre ortak giderlere daha az ölçüde katılması bu anlayışın gereğidir.
Örneğin; işçilerin çalışma süreleri, meydana getirdikleri işin miktarına göre değişik ücretlere hak kazanmaları, vergilendirmede herkesin gelir dağılımının dikkate alınması, artan oranlı tarifelerin uygulanması, geliri fazla olandan daha fazla vergi alınması anlayışı yine temelini ve meşruluğunu bu düşünceden alır.
Anayasamızın 10’uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında düzenlenen; kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu, bu maksatla alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağı; çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağını öngören hükümler dağıtıcı adalet düşüncesinin pozitif hukuka yansımasıdır.
IV-HAKKANİYET
Dağıtıcı adalet, mutlak değil orantılı eşitlik düşüncesine dayanır. Eşitlik ise birden çok kimselerin varlığını gerektirir; ancak onlar arasındaki ilişkilerde gerçekleşmek olanağına sahiptir. Bu bakımdan dağıtıcı adaletin istediği eşitlik herkesin aynı işleme tabi tutulmasını gerektirmemekle birlikte ihtiyaç, imkân ve yetenekleri açısından aynı olan birden çok kimsenin eşit tutulmasını öngörür. Bu durumda bu anlayışta tek başına bireyin sahip olduğu özellik ve ayrılığın hesaba katılmaması esastır.
Şu halde benzer durumda olduğu kabul edilenler içinde birel olarak her bireyin farklı durumları, öznel durumları ne olacaktır?
İşte hakkaniyet düşüncesine göre; bireylerin farklı özellik, nitelik ve ihtiyaçları dikkate alınarak somut olay adaletinin sağlanmasıdır.
Adalet, bir yandan somut olayların ve insanların özellik ve farklılıklarının hepsinin dikkate alınmasını gerektirir. Hakkaniyet, kısaca somut olay adaletidir.
Ancak hukuk, hakkaniyetin gereğini doğrudan doğruya yerine getiremez, bunu ancak hâkimin somut olaylardaki uygulamaları gerçekleştirebilir. Diğer yandan tam bir hakkaniyet de adaletsizliğe götürebilir.
Türk Medeni Kanununun 4’üncü maddesinde; kanunun takdir yetkisi tanıdığı ve ya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri gözönünde tutmayı emrettiği konularda hâkimin, hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği kurala bağlanmıştır.
Borçlar hukukunda cezai şartın fahiş olması durumunda hakimin indirim yapabileceği, fazla mesai ücretinde hakimin indirim yapabilmesi, bina malikinin, hayvan idare edenin, araç işletenin kusursuz sorumluluğu, fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi, gabin müzayaka halinde hakimin sözleşmeye müdahale edebilmesi, imprevizyon ilkesi gibi kurumlar hakkaniyet anlayışının pozitif hukuka yansımalarıdır.
V-TOPLUMSAL ADALET
Toplumsal adalet anlayışında bireyler tek başına dikkate alınmaz, yalnızca toplumun üyesi olarak göz önünde bulundurulur. Toplumsal ilişkiler düzenlenirken ortaklaşa iyinin ve kamu yararının gerçekleştirilmesi amaçlanır.
İnsanlar yaşamlarını ve bu yoldaki amaçlarını ancak toplum içinde ve toplum aracılığıyla gerçekleştirme olanağına sahiptir. Bireyler, içinde yaşadıkları toplumdan bu şekilde istifade ettiklerine göre toplumdaki diğer insanlarla yardımlaşmada bulunmaları zorunlu ve adaletlidir.
Toplumsal adalette, dağıtıcı adalette olduğu gibi başlı başına alınan her bireye sırf kendi yetenek ve özelliklerine göre düşenin ne olduğu değil, herkese bütünün bir üyesi olarak düşen hak ve ödevlerin ne olduğu belirlenir. Bu hak ve ödevlerin belirlenmesinde ölçü, bütünün iyiliği, ortaklaşa iyi, kamu yararı ve milli menfaatlerdir.
Sosyal hak ve ödevler bu adalet anlayışından doğmuştur.
Anayasamızın 35’nci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasındaki düzenlemeler ile 46’ncı maddesinde düzenlenen kamulaştırma, toplumsal adalet düşüncesinin ürünü olan bir anlayışla kabul edilmiştir.
Anayasamızın 35’nci maddesin egöre, herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Yine Anayasamızın 46’ncı maddesine göre, Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Mülkiyet hakkı ayni ve mutlak bir hak olup eşya üzerinde doğrudan hakimiyet sağlar ve herkese karşı ileri sürülebilir. Ancak kamu yararının gerekli kıldığı hallerde sınırlanabilir. Bir yörede yaşayan semt sakinlerinin bulundukları sokaktan ana caddeye geçişte yolları bulunmuyorsa kamu yararı gereği bireyin taşınmazı kamulaştırılabilir. Bir başka deyişle kamunun üstün yararı için bireyin mülkiyet hakkı sınırlandırılmış olur. Bireylerin özgür şekilde toplum halinde bir arada güvenlik içinde yaşamasının nimetleri kadar külfetlerinin olması da doğaldır.
Toplumsal adalet anlayışı, bireyler arasındaki gelir dağılımında yaşanabilecek adaletsizlikleri gidermeyi, fırsat eşitliğinin sağlanmasını amaç edinir. Devlet bunu hayata geçirmek üzere sosyal devlet anlayışının gereği olarak eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma gibi alanlarda sosyal politikalar üretir ve uygular.
VI-İYİLEŞTİRİCİ ADALET
Bu anlayışa göre; suç; mağdura, faile, topluma zarar veren bir eylemdir. Amaç, suç nedeniyle faile acı çektirmek değil, suçların işlenme nedenini tespit ederek yanlış yapılan şeyleri düzeltmek, ileride tekrarlanmasını önlemek, faili iyileştirerek yeniden topluma kazandırmaktır.
İyileştirici adalete onarıcı adalet de denilmektedir. Buna göre faili salt cezalandırmak ve ona zarar vermekten çok onarıcı, eğitici, iyileştirici, sorumluluk yükleyici, toplumsal katılımı teşvik edici bir süreç olan onarıcı adalet, mağduru da esas alan, adli süreçte mağdurun uğradığı zararları ve mağduriyeti gidermeyi hedefleyen, fail iıslah ederek ve iyileştirerek topluma kazandırmayı amaç edinen adalet anlayışıdır.
Gerçekten de Türk Ceza Kanunu iyileştirici adalet anlayışını yansıtmaktadır. Türk Ceza Kanununun 1’inci maddesinde, kanunun amacının; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemek olduğu ifade edilmiştir.
Çocuk Koruma Kanununda suç şüphesi altında olan çocuklar için şüpheli kavramı yerine suça sürüklenen çocuk kavramı kullanılmaktadır. Bunun sebebi de iyileştirici adalet anlayışıdır. Zira bir toplumda bir çocuk suç işlemişse bunda toplumun ve devletin de kusuru vardır. Çocukluk; saflık, suçsuzluk ve masumiyettir. Suç ve çocuk kelimeleri ancak sürüklenmeleri halinde bir araya gelebilir. Bir toplumda bir çocuk suç işlemişse toplum ve devlet o çocuğu koruyamamış demektir. Bu sebeple iyileştirici adalet anlayışının ürünü olarak bir çocuk suç işlemişse devletin görevi o kişiyi iyileştirmek, ıslah etmek ve yeniden topluma kazandırmaktır.
İşlenen her suç ile toplum barışı bozulur. Devletin asli görevi, öncelikle suçların işlenmesini önlemek, suç işlendikten sonra da faili kusurunun ağırlığıyla orantılı şekilde cezalandırmak, aynı zamanda ıslah ederek ve iyileştirerek topluma yeniden kazandırmaktır.
Yargı mercilerinin önüne gelen her olayda faillerin cezalandırılması ve yargı kararlarının verilmesi, toplumsal uzlaşı ve barışı gerçek anlamda sağlayamayabilir. İşte bu amaçla kanunlarımızda öngörülen uzlaştırma, arabuluculuk, sulh kurumları tarafların anlaşmasını sağlayarak toplum barışını daha etkin şekilde sağlayabilir.
Uzlaşma, suçtan mağdur olan kişinin suç şüphelisi ile anlaşması sonucunda ceza yargılamasının sona ermesidir. Arabuluculuk, tarafların içinde bulundukları uyuşmazlığı tarafsız bir üçüncü kişi yardımı ile mahkemeye gitmeden ya da mahkeme yönlendirmesiyle çözmeleridir. Sulh, görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşmedir. Sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur.
Kanunda öngörülen bazı şartların gerçekleşmesi halinde uygulanan hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararının verilmesi kurumları ile faile belirli bir süre denetimli serbestlik tanınır, bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlemezse önceki dosyası düşürülür. Bu denetim süresi içinde fail için öngörülen belirli kamusal edim ve yükümlülüklerle failin toplum içinde iyileştirilmesi, dönüştürülmesi ve onarılması amaçlanır.
Yine önceleri ceza kanunları fail odaklı olarak hazırlanmaktaydı. Modern ceza adalet anlayışında mağdur ve sanık haklarının dengelenmesi esastır. Modern ceza adalet sistemi, bir yandan işlenen bir suç ile mağdurun zararlarını giderip uğradığı yoksunlukları onarırken diğer yandan suç failinin cezalandırılması, ıslah edilerek yeniden topluma kazandırılması anlayışına dayanır. Bu dengeleme, toplum vicdanının adalet ihtiyacının tatminine yöneliktir.
Hukuk sistemimizde mağdura hassas yaklaşım için öngörülen kurum ve mekanizmalar bu adalet anlayışının ürünüdür. Suç mağduru çocukların, şiddet mağduru kadınların ve diğer hassas grupların ikincil örselenmelerini önlemek üzere sosyal çalışma görevlileri eşliğinde özel görüşme yerlerinde, özel mülakat teknikleriyle beyanlarının alınması bu adalet anlayışının hukukumuza somut yansımalarıdır.
Bu amaçla Adalet Bakanlığı bünyesinde müstakil bir birim olarak Adli Destek ve Mağdur Hakları Dairesi Başkanlığı kurulmuş, adliyelerde bu Başkanlığa bağlı adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlükleri oluşturulmuş, bu birimlerde psikolog, pedagog, sosyal çalışmacı, sosyal hizmet uzmanı gibi adli görüşme süreçlerinde uzman kişiler istihdam edilmiş, adliyelerde modern adalet anlayışının gerektirdiği imkan ve araçlarla donatılan adli görüşme odaları kurulmuş, bu birimlerde mağdurların adalete erişim haklarından en etkin şekilde yararlanmasını sağlayacak bir sistem kurulmuştur.
VII-SONUÇ
Adalet, erdemli her bireyin ve yargı profesyonellerinin vazgeçilmez şiarı olmalıdır.
Adaleti bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyecek bir bilinç boyutuna ulaştırmak için adaletin kavramsal ve kuramsal çerçevesi konusunda çok sağlam bir bilgi ve birikime sahip olmak gerekir.
Adalet kuramları, adalet anlayışı konusunda geliştirilen anlayışlardır. Adalet düşüncesinin özünde eşitlik ve hakkaniyet düşüncesinin olduğu kabul edilmektedir. Eşitlik anlayışı konusunda farklı şekillerde gelişen yaklaşımlar farklı adalet kuramlarının doğmasına neden olmuştur.
Belli başlı adalet kuramları; denkleştirici adalet, dağıtıcı adalet, hakkaniyet, toplumsal adalet, iyileştirici/onarıcı adalet kuramlarıdır.
Denkleştirici adalet, mutlak eşitlik düşüncesine dayanır. Buna göre hukuk sistemi, hiçbir ayrım gözetmeksizin muhataplarına eşit olarak muamele etmelidir.
Bu kuramın eleştirisi ile dağıtıcı adalet kuramı geliştirilmiştir. Dağıtıcı adalet, orantılı eşitlik düşüncesine dayanır. Buna göre hukuk sistemi, farklı durum ve statüde olanların bu farklı durumlarını dikkate alarak onlara orantılı ve kademeli bir eşitlik anlayışı ile muamele etmeli; benzer durumda olanlara benzer şekilde muamele edilmelidir.
Hakkaniyet düşüncesi de, bu benzerler içinde de somut bir olayda her bir bireyin öznel durumunu, ihtiyacını dikkate alarak halin icabına göre en doğru muamelenin yapılması; somut olay adaletinin sağlanmasıdır.
Toplumsal adalet anlayışında bireyin tek başına üstün yararlarının korunmasından ziyade ortaklaşa iyiye, toplumun esenliği ve kamu yararına bireylerin sağladıkları değer esastır. Her birey, içinde yaşadığı toplumun bir üyesidir. Her birey, kamu yararının gerçekleşmesi, özgürlük ve güvenlik içinde yaşaması için her ortaklaşa iyi anlayışına katkı sağlamalıdır. Bu amaçla kamu yararı için bazen bireysel hak ve menfaatlerden vazgeçmesi gerekebilir. Yine devlet, bu anlayışın gereği olarak toplumdaki gelir dağılımını dengelemeli, sosyal, kültürel ve ekonomik imkanları toplumun bütün kesimlerine dengeli şekilde sağlamalı, bunun için gerekli politikaları geliştirmeli ve uygulamalıdır.
İyileştirici/onarıcı adalet anlayışı, mağdurun zararlarını gidermeyi ve faili cezalandırmanın yanında ıslah ederek topluma yeniden kazandırmayı amaç edinir. Bu amaçla işlenen her bir suç ile veya hukuka aykırılık ile bozulan toplumsal barış ve uzlaşıyı muhakeme içinde kabul edilen uzlaştırma, arabuluculuk, sulh, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kamu davasının açılmasının ertelenmesi, seri muhakeme usulü, basit yargılama usulü gibi kurum ve araçlarla sağlamayı öngörür. Bununla sorumluluk kazandırmak, eğitmek, bilinçlendirmek, affetmek gibi araçlarla uyuşmazlığın taraflarının anlaşması sağlanarak gerçek anlamda kamusal barış sağlanmış olur.
Hukuk, adalete yönelmiş bir toplumsal yaşama düzeni olduğundan toplumun huzur, barış ve esenlik içinde yaşamasını sağlayacak tüm kurum ve araçlarla; yargı fonksiyonunun bizzat yargı kararlarıyla veya muhakeme içinde yahut dışında alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin uygulanmasıyla tecelli etmesi adaletin hâkim olduğu bir toplumsal yaşama düzeni sağlayacaktır. Bir toplumu gerçek anlamda bir medeniyete ve umrana ulaştıracak olan, adaletin hâkim olduğu bir yaşama düzeninin sağlanmasıdır.