Aile kavramına, kültürden kültüre değişiklik gösteren farklı bakışlar mevcuttur. En klasik tanımlardan birisi ailenin toplumun en küçük yapı birimi olduğuna dair bakış açısıdır. Başka bir deyişle toplumun temeli olarak kabul edilen sosyal bir yapıdır.
Peki aile unsurunu bu denli kıymetli kılan nedir?
Aile toplumsal düzenini sağlarken, kendi içinde bireylerin sosyal, psikolojik, ekonomik ihtiyaçlarını da karşılar. Çocukların doğumundan itibaren tüm fiziksel ve duygusal temel ihtiyaçları ebeveynleri sayesinde yerine sağlıklı bir şekilde getirilir. Aile bağları bu noktada duygusal bir temele de dayanmaktadır. Çocuklar ebeveynlerinin onlara gösterdiği ya da gösteremediği sevgi ve güvenle büyür. Buna bağlı olarak çeşitli duygusal şemalar geliştirir. Yetişkin bir birey olduğunda ailesinin ona verdiği ya da veremediği davranış kalıplarıyla yakın ilişkiler kurar. Aslında çok benzer bir performans geliştirir.
Benzer bir aile kurar.
Dolayısıyla aile şekillendirme özelliğine sahiptir. Bu özellik aynı zamanda ebeveynlere farklı sorumluluklar yükler. Aile üyelerinin her birinin sorumluluğu yaşam boyunca devam eder.
Sevgi ve güven ilişkisine dayalı bir aile yapısında tüm bu işlevler yerine getirilir.
Aileyi anlamak için “bütünlük” kavramını incelememiz gerekir. İşlevsel aile teorisine göre aileye bir bütün olarak bakabiliriz. Bu bütünlükle birlikte bireyler aralarında ki etkileşim ve paternlerle sisteme katılırlar.
Burada ki anahtar sözcüklerden biri ‘etkileşimdir.’
Sağlıklı bir aile yapısında açık bir iletişim vardır. Güç ve otorite dengeleri eşit bir şekilde dağılmıştır. Katı kurallar yerine yeniliğe açık bir sistem vardır. Kişiler birbirine yakın olmakla birlikte farklılıklarına saygı gösterirler. Bağlı oldukları topluluklarla sağlıklı ilişkiler geliştirirler. Problemlerini çözebilmek adına, girişimlerde bulunurlar.
Tüm bu kavramsal yapı dijital kültürün başat hale gelmesi ile birlikte değişime ve dönüşüme uğramıştır. Hızla artan teknolojik değişimler, yakın ilişkilerin doğasını derinden etkilemiştir.
‘We Are Social’ ve ‘Hootsuite’ tarafından yapılmış olan “Digital 2019” çalışma raporunda yer alan sonuçlara göre; Türkiye’nin sosyal medyada geçirilen zaman açısından dünyada 16. sırada yer aldığı, nüfusun %63’ ünü oluşturan 52 milyon aktif sosyal medya kullanıcısı olduğu, internette günde geçirilen 7 saatin, 2 saat 46 dakikasının sosyal medyada geçirildiği saptanmıştır.
Bu verilere ve diğer araştırma örneklerine de bakarak hobilerin, ebeveyn çocuk saatlerinin, romantik ilişkilere ayrılan yatırım zamanlarının, kendini geliştirme faaliyetlerinin büyük bir çoğunluğunu internette çevrimiçi vakit geçirmek almıştır.
Aileler, yakın ilişkiler geliştirmek adına tüm bunları yaparken bile, telefon, tabletlerin gölgesinde sosyalleşir hale gelmiştir. Bir doğa gezisi, birlikte yenilen bir yemek, spor faaliyetlerinin hepsinde ailelere eşlik eden yegane şey bu teknolojik araçlar olmaya başlamıştır.
Bu maruziyet sonucu aile bireylerinin birbirlerine olan yakınlıkları, yaşama bakış açıları da derinden etkilenmektedir. Bireylerin birbirleriyle olan zayıf iletişimi kaygı ve strese sebep olmaktadır.
Kaygı ve stresin egemen olduğu durumlarda uzaklaşma paternleri görülmekte, ayrıca bireysel psikolojik iyi oluşu etkilemekte depresyon gibi problemlere yol açmaktadır. Bu durum en başta bahsettiğim sağlıklı bir ailenin temel işlevlerinden olan açık iletişim, sevgi ve güvene dayalı bağlılığı zedelemektedir. Dolayısıyla çocukların zamanla “ben değerli miyim?” “Seviliyor muyum?” gibi temel sorular karşısında sosyal medyanın ilüzyon etkisini tercih etmesi daha olası hale gelir. Zamanla gerçek ve derin ilişkiler bu çocukları rahatsız edebilmektedir. Dijital kültürün dayattığı küçük hedefler, olumlu geri bildirim ve yorumlar, ödüller bu soruların cevapları haline gelebilir. Aynı zamanda yapılan araştırmalar, çocukların yoğun akıllı telefon ve sosyal medya kullanımları düşük akademik başarı ve yüksek depresyon, kaygı düzeyleri ile ilişkilendirilebilmektedir.
Sadece aile de çocuk ebeveyn ilişkilerinde değil, eşler arası iletişim ve güven ilişkilerinde de dijital kültürün ciddi bir etkisi vardır.
Son yıllarda yapılan alan araştırmalarda sosyal medyanın evlilik ilişkilerinde ki doyumu etkilediğini göstermektedir. Özellikle kriz dönemlerinde, ev içinde görev dağılımı, birbirini tanıma, yeni ebeveyn olma, ekonomik problemler, emeklilik, çocukların evden ayrılması gibi durumlarda sevme-sevilme, beğenme-beğenilme ihtiyaçlarının karşılanabileceği hızlı ve ekonomik bir alan sağladığı görülmektedir. Kişilerin karşısında bulunan sonsuz seçenekler fazla bilişsel yüke maruz kalmalarına sebep olmaktadır. Yüz yüze iletişimde bulamadıkları sevgi ve güven ihtiyaçlarını bu mecralarda arayabilmektedirler.
Yapılan araştırmalar aile kurumunda yaşanan bu değişimlerin boşanma oranlarına da yansıdığını elde etmiştir. Bu aşamada ailenin işlevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirilebilmesi için enerji sağlayıcı yeni yollar denemek, yaşamlarında dijital kültürün olumsuz etkilerini azaltmak adına teknoloji detoksları yapmak, yeni sağlıklı iletişim yolları denemek, farklı ilgi alanları yaratmak gibi yöntemler uygulamak, iyi bir ruh sağlığına sahip olmak adına gerçekçi adımlar atmak durumundadırlar. Aksi halde sürekli olarak şikayet ettikleri olumsuz davranışlar etrafında dönüp duracaklardır.
Bu durum aile bireylerinin tümünün olumsuz etkilenmesine sebep olacak, ailenin işlevini hem bireysel hem de toplumsal anlamda zedeleyecektir.
Aile ve çift danışmanı Nazlıcan Keskin
YORUMLAR