• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Cumhuriyet Savcısı Dr. Suat ÇALIŞKAN
Cumhuriyet Savcısı Dr. Suat  ÇALIŞKAN
bu.mail.gizlidir@adaletmedya.net
Makul Sürede Yargılanma Hakkı
  • 19 Kasım 2019 Salı
  • 1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars
  • +
  • -

Adil yargılanma hakkının önemli ilkelerinden biri olan makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa’mızın 36. maddesinde güvenceye bağlanarak hüküm altına alınmıştır.

Anayasa’mızın 141. maddesinin son fıkrasında, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğu ifade edilmektedir.

Bu yasal düzenleme ile davaların makul bir süre içinde bitirilmesi zorunluluğu hükme bağlanmıştır.

Makul sürede yargılanma hakkı uyarınca devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek bir takım önlemleri almak zorundadır.[1]

Anayasa’mızın 141. maddesinin son fıkrasında, davaların en az giderle sonuçlandırılması ilkesine işaret edilmektedir.

Usul ekonomisi olarak tanımlanan bu ilke iki unsuru bünyesinde barındırmaktadır. Bu unsurlar şunlardır:

  • Maliyet unsuru: Yargılama maliyeti en düşük şekilde olmalıdır.
  • Hızlı yöntem unsuru: Yargılama süreci mümkün olan en hızlı yöntemlerle gerçekleştirilmelidir.

Bu nedenle, yasa koyucu yargılama sürecini kısaltmak amacıyla bir takım hukuk kurumlarını ve kurallarını hüküm altına alabilir.

Bu yüzden, örneğin davaların makul süre içinde ve daha az masrafla sonuçlanmasının sağlanması amacıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkının sınırlandırılmasının, yani bazı hüküm türlerinin istinaf aşamasında kesinleşmesinin anayasal açıdan meşru bir amaca dayandığı söylenebilir.[2]

AİHM’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesine göre herkesin, hakkındaki sözleşme kapsamına giren bir davada, makul bir süre içerisinde görülmesini isteme hakkı vardır.

Bu yüzden Sözleşme’ye taraf olan Devletler, kendi adli sistemlerini, yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlayacak düzenlemeleri yapmak ve tedbirleri almakla yükümlüdürler[3].

Ceza yargılamasının kısa sürede sonuçlanması sadece suç şüphesi altında kişiler açısından değil mağdur/müşteki ve toplum açısından da önem arz eder. Çünkü ceza yargılamasında yaşanan gecikme, adalet sistemine olan güvenirliliği sarsmakta, takibatı sulandırmakta, tanık ve mağdurda bıkkınlığa neden olmakta, davaya ilgi kaybolmakta ve dolayısıyla insanlar zaman içerisinde adli mercilerle işbirliği yapmaktan kaçınmaktadırlar.

Nitekim AİHM de makul sürede yargılanma hakkının amacının kişilerin yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı korumak; özellikle ceza davalarında suçlanan kişilerin uzun süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesi ile yaşamasını önlemek olduğunu belirtmiştir[4].

Bu nedenle Anayasa’nın 141/4 maddesi, davaların mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasının gerekliliğinin altını çizerek bu görevi yargı erkine vermiştir.

Yargılamanın süratle sonuçlandırılması ve davaların sürüncemede kalmaması için 5271 sayılı CMK’nun 190/1 maddesinde, duruşmaya ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilmesi istenmektedir.

Duruşmalara ara verme ise ancak makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak şekilde olmak şartıyla zorunlu hallerde mümkündür.

Dava Konusu ve Niteliği

AİHM, davanın makul sürede sonuçlandırılıp sonuçlandırıl madığı değerlendirmesini yaparken, davanın konusu itibariyle nitelikli olup olmadığını dikkate almaktadır.

Davanın konusu ve niteliği açısından şu örnek durumlar göz önüne alınmalıdır:

  • Dava konusunun karmaşık olması nedeniyle hukuki meselenin çözümünde güçlük olması[5].
  • Temin edilmesi gereken maddi delillerin çeşitli ve toplanmasında zorlukların yaşanması[6].
  • Suçlanan kişi ve tanık sayısının fazla olması[7].
  • Davada uluslararası unsurların bulunması[8].
  • Davanın başka davalarla birleştirilmesi[9].
  • Hastalık veya tutukluluk gibi ilgilinin özel haline ilişkin hususların bulunması[10].

Yukarıda belirtilen durumlarda, AİHM yargılamanın sıradan davalara nazaran daha uzun sürede sonuçlanmasını makul görmektedir.

Başvurucunun Tutumu:

Ceza davalarında suç şüphesi altındaki kişi adli makamlarla aktif bir işbirliği yapmak zorunda değildir. AİHM suç şüphesi altındaki kişinin görevinin sadece kendisiyle ilgili usul aşamalarını yerine getirirken özenli davranması, geciktirme amaçlı taktikler kullanmaktan kaçınması ve iç hukukta bulunan yargılamanın kısaltılmasını sağlayacak imkânlardan yararlanması olduğunu belirtmiştir[11].

Başvuranın kötü niyeti göz önünde tutulmasına rağmen davanın çok uzaması sadece başvurucunun tutumuyla açıklanamıyorsa, AİHM, ilgili devleti sorumlu tutmaktadır.

Örneğin yargılamanın makul sürede bitirilmemesinde adli ve idari makamların davranışlarının yanı sıra başvurucunun davranışları da etkili olmuşsa AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiği görüşündedir[12].

Ulusal İdare ve Yargılama Makamlarının Tutumları

AİHM, Sözleşme’ye taraf olan Devletlerin yargısal sistemlerini en hızlı işletecek şekilde yapılandırmalarından sorumlu tutmaktadır.

Bu nedenle taraf Devletler yeterli sayıda mahkeme kurmak, yeterli sayıda savcı ve hakim görevlendirmek ve yargılamanın seri bir şekilde ilerlemesini sağlamak amacıyla gerekli düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür.

Nitekim AİHM Zimmerman ve Steiner-İsviçre davasında, Devletlerin yargı sistemlerini makul bir sürede yargılama da dâhil olmak üzere, Sözleşme’nin 6/1 maddesinde yer alan şartlara uyacak şekilde düzenlemek ile yükümlü olduğunu belirtmiştir[13].

AİHM, sadece devlete atfedilebilecek gecikmelerin, makul sürenin gereklerine aykırılık sonucuna varılmasını haklı gösterebileceğini belirtmektedir.

Örneğin, kamu davasının açılması konusundaki gecikmeler veya davanın daha sonra başka bir mahkemeye gönderilmesi ya da bilirkişi incelmesinin uzaması nedeniyle ortaya çıkan gecikmeler de dahil olmak üzere Devlet idarenin ve yargısal organların tutumlarından sorumlu olmaktadır[14].

Yargı organları kendilerinden bekleneni yapmış olmalarına rağmen, görev dışı başka nedenlerle (yargıç azlığı, siyasi ortam, teknik donanım eksikliği iş yükünün ağırlığı, hukuki boşluk gibi yapısal sorunlar) makul süre aşılmışsa bundan yine devlet sorumlu olacaktır[15].

ANAYASA MAHKEMESİ UYGULAMASI

Yargılamanın Karmaşıklığı

Anayasa Mahkemesi son yıllarda verdiği kararlarda,  başvuruya konu ceza davasında yer alan hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi ölçütleri dikkate alarak yargılamanın karmaşık olup olmadığına göre bir değerlendirme yapmaktadır.[16]

Yargılamanın karmaşık bir yanı olmamasına rağmen 10 yılı aşan bir gecikmenin makul olmadığı kabul edilmektedir.[17]

Bununla birlikte, davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koysa bile, davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı haller de makul süre kavramında gözetilmelidir.

Anayasa Mahkemesi, bir kararında on dört yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu kanısına varmıştır.[18]

Başvurucunun Tutumunun Yargılamanın Uzamasına Etkisi

Anayasa Mahkemesi, makul süre kavramında, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olup olmadığına da bakmaktadır.

Örneğin, Anayasa Mahkemesi başvurucunun bir etkisinin bulunmadığını değerlendirdiği bir olayda 19 yıl 10 ayı bulan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varmıştır.[19]

Anayasa Mahkemesi, başvurucunun yargılama sürecinin uzamasında kusurunun bulunduğu hallerde, soruşturma ve kovuşturma makamlarının kusurunun başvurucunun kusurunun ötesine geçip geçmediğine bakmaktadır.

Adli makamların kusuru daha fazla ise makul sürenin geçmiş olması nedeni ile ihlal kararı vermektedir.[20]

Yargılama Sürecine Yasa Yolu Sürecinin de Dâhil Olması

Anayasa Mahkemesi, yargılama sürecini bir bütün olarak ele almakta ve bu süreye temyiz aşamasında geçen süreyi de ilave etmektedir. Nitekim bir kararında temyiz sürecinde geçen süreyi de ilave ederek, 12 yıl 4 ay sürdüğü anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmıştır.[21]

Davaların Birleştirilmesinin Yargılama Süresine Etkisi

Ceza yargılamasının uzaması nedenlerinden biri de ayrı ayrı görülmesi gereken davaların birleştirilmek suretiyle karmaşık hale getirilmesidir.

Gerek yargılanan sanık sayısı, gerek yargılamaya konu edilen eylemlerin karmaşıklığı gerekse kapsamları dikkate alınarak davaların ayrı ayrı görülmesinin makul sürede yargılanma hakkına sağlayacağı yarar ile birleştirilerek görülmesi halinde bu hakkın ihlaline neden olabilecek zarar gözetilerek mümkün olduğunca ayrı ayrı yargılama yapılmalı ve yargılama makul sürede bitirilmelidir.[22]

Mahkûmiyet hükümlerine karşı denetim imkânının bulunmaması

Anayasa Mahkemesi, bu konuyu yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması noktasında ele almaktadır. Bu amaçlarla da olsa hapis cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin denetime tabi tutulmaması halinin sanığa aşırı bir külfet yükleyeceği hususu mahkeme kararlarında ifade edilmektedir.

Anayasa mahkemesi, hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin denetime kapalı tutulmasının sanığa külfet yüklediğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması amaçlarıyla da olsa bu durumun hukuka uygun olmayacağını düşünmektedir.

Anayasa mahkemesi, kararlarında hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin mahkûmiyet hükmünün denetlettirilmesi yoluyla temin edilecek bireysel faydanın, makul sürede yargılanma hakkı ve usul ekonomisi ilkesine feda edilemeyeceğine işaret etmektedir.

Anayasa mahkemesi, yukarıda belirtilen düşünceler ışığında bölge adliye mahkemesince ilk defa verilen ve hürriyeti bağlayıcı ceza içeren mahkûmiyet hükümlerine karşı denetim imkânının bulunmamasının hükmün denetlenmesini talep etme hakkına yönelik orantısız bir sınırlama getirdiğini bazı kararlarında vurgulamaktadır.

Anayasa Mahkemesi, Bölge Adliye Mahkemesinin sadece hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırlamayan ilk derece mahkemesinin beraat kararının onanmasına ilişkin kararlarına değil ilk derece mahkemesinin beraat kararının bozularak ilk defa verilen mahkûmiyete ilişkin kararlarına karşı da temyiz yolunun kapatıldığını, bu durumda ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmünün onanmasına ilişkin kararlar ile beraat kararının bozulması üzerine ilk defa verilen mahkûmiyete ilişkin kararlar arasında ayrım yapılmaksızın Bölge Adliye Mahkemesinin, Kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin her türlü kararına karşı temyiz yolunun kapalı olmasını öngören kuralın bütünüyle iptali gerektiğini hüküm altına almıştır.[23]

Başvuru yollarının tüketilmesi şartı

Anayasa mahkemesi, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilmesi için,başvuru yollarının tüketilmesi şartını aramaktadır. Başvuru yolları tüketilmemiş ise, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle “Kabul Edilemez Olduğuna” karar verilmektedir.[24]

 

KAYNAKÇA

Doğru, Osman; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayıncılık, Cilt 1,İstanbul, 2004.

Doğru, Osman; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, Legal Yayıncılık, Cilt 2,İstanbul, 2004.

Gözübüyük, Şeref; Feyyaz Gölcüklü; Avrupa İnsan Hakları Sözleş-mesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi, Ankara, 2007.

http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihs/ madde6.html

http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1991/15.html

http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1991/20.html

http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1991/6.html

http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1992/19.html

http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1992/62.html

http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1992/8.html

İnceoğlu, Sibel; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.S, İstanbul, 2002.

Mole, Nuala; CatharinaHarby; Avrupa İnsan Hakları Sözlesmesinin 6. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları Kitapçıkları, No.3, Directorate General of Human RightsCouncil of Europe F-67075 StrasbourgCedex, Council of Europe, Almanya, 2001. s. 24.

 

[1]    AYM, E.2013/4, K.2013/35, 28/2/2013.

[2] Anayasa Mahkemesi, E: 2018/71, K: 2018/118, T: 27.12.2018, RG: S. 30687, T. 15.02.2019.

[3]    Bunkate-Hollanda, 26.05.1993; Tutsa-İtalya, 27.02.1992; FrancescoLombardo-İtalya, 26.11.1992;Bottazzi-İtalya, 28/07/1999; Pelissier ve Sassi-Fransa, 25/03/1999; Gözübüyük; Gölcüklü; s.284

[4]    Stögmüller-Avusturya 10.11.1969; Doğru; Cilt 1, s. 62 vd.

[5]   Boddaert-Belçika,12.10.1992;http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1992/62.html, 04.01.2012

[6]   Triggiani-İtalya,19.02.1991;http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1991/20.html, 04.01.2012

[7]   Angelucci-İtalya,19/02/1991,;http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1991/6.html, 04.01.2012Andreucci-İtalya,27/02/1992, http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1992/8.html, 04.01.2012

[8]   Manzoni-İtalya,19.02.1991,http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1991/15.html, 04.01.2012

[9]   Dıana v. Italy – 11898/85 [1992] ECHR 19 (27 February 1992); http://www.worldlii.org/eu/cases/ECHR/1992/19.html

[10]  H.-İngiltere, 08/07/1987; Buchholz-Almanya, 06/05/1981; Tomasi-Fransa, 27/05/1992; Abdoellah-Hollanda, 25/11/1992; Gözübüyük; Gölcüklü; s.286.

[11]  UnionAlimentariaSanders S.A.-İspanya; Mole, Nuala; CatharinaHarby; Avrupa İnsan Hakları Sözlesmesinin 6. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları Kitapçıkları, No.3, Directorate General of Human RightsCouncil of Europe F-67075 StrasbourgCedex, Council of Europe, Almanya, 2001. s. 24.

[12]  Hikmedin Yıldız- Türkiye, Başvuru No: 69124/01, 19 Ekim 2006; Osman-Türkiye, Başvuru No: 4415/02, 19 Aralık 2006; İnsan Hakları Bilgi Bankası; http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihs/ madde6.htm (Haziran, 2011).

[13]  Zimmermann ve Steiner –İsviçre, 13/071983; Doğru; 1, s. 616 vd.

[14]  İnceoğlu ,Sibel; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, s. 371.

[15]  MartinsMoreira- Portekiz, 26/10/1988; Gözübüyük; Gölcüklü; s.287; Doğru; Cilt 2, s. 658 vd.

[16]Anayasa Mahkemesi, İkinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2014/6159, KT: 17.11.2014: “….Başvurucu, “nitelikli zimmet” suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır….Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır…”

[17] Anayasa Mahkemesi, İkinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2014/6159, KT: 17.11.2014.

[18]Anayasa Mahkemesi, Birinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2013/2516, KT: 18.11.2015: “…Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12.11.1998 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 15.11.1998 tarihinde tutuklandığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/1998 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında açılan kamu davası sonunda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince 13/10/2010 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40). Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir…”

[19]Anayasa Mahkemesi, Birinci Bölüm, (Başvuru Numarası: 2013/9507), KT: 20.1.2016, RG: T. 28.3.2017, S. 30021: “…Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğunun tespit edilmediği, başvuruya konu uyuşmazlığın idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olduğu, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve sonuç olarak 19 yıl 10 ayı bulan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden başvurucuya 28.000 TL manevi tazminat ödenmesine ve tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar verilmiştir…”

[20]Anayasa Mahkemesi, Birinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2014/17411, KT: 20.9.2017: “….Somut olayda başvuruya konu davada dört ayrı davanın birleştirildiği  ve seksen dört sanığın yargılandığı, bu nedenle davanın karmaşık nitelikte olduğu; başvurucunun yargılama süresinin önemli bir kısmında yurt dışında bulunması sebebiyle yargılama sürecinin uzamasında kusurunun bulunduğu ileri sürülebilirse de başvurucunun  kurgusal nitelikte olan, soruşturma ve kovuşturma aşamasında yer alan kişilerce oluşturulmuş sahte delillere dayanılan bir dava sürecine muhatap kılındığı anlaşılmaktadır. Davada verilen beraat kararı sıradan bir beraat kararı değildir. Bu dava, gerekçeli kararda da belirtildiği gibi delillerin kanuna aykırı bir şekilde elde edildiği, el konulan deliller üzerinde sahteciliğin yapıldığı, benzer tüm dava dosyalarında özel olarak belirlenmiş aynı kişilerin tüm soruşturma aşamalarında görev aldığı,  maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için sanıklar ve müdafiileri tarafından yapılan pek çok talebin kanuna uygun gerekçe gösterilmeden reddedildiği,  soruşturma ve kovuşturma makamında görev alanların belli bir grup ya da yapı adına hareket ettiklerine dair kuvvetli şüphelerin bulunduğu bir davadır. Başvurucunun yargılama sürecinin uzamasında kusurunun bulunduğu kabul edilebilir olmakla birlikte soruşturma ve kovuşturma makamlarının kusurunun başvurucunun kusurunun ötesine geçtiği anlaşılmaktadır. Yargılama sürecinin uzunluğu, büyük oranda soruşturma ve kovuşturma makamlarının eylemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu açıklamalar doğrultusunda somut olayda 6 yıl 7 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir…”

 

[21]Anayasa Mahkemesi, Birinci Bölüm, Başvuru Numarası: 2014/14510, KT: 25.10.2017: “…Somut olayda başvuruculardan AK’nın zorla getirme kararı yoluyla savunmasının alınabildiği, başvurucular SK, MK, BK ve HK’nın ise haklarında yakalama emri çıkarılmak durumunda kaldığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla yargılamanın uzaması bakımından bu başvurucuların da kusurları söz konusudur. Ancak dava dosyası incelendiğinde başvurucular dışındaki sanıklar hakkında da zorla getirme ve yakalama kararları verildiği görülmektedir. Ayrıca yaklaşık üç yıl boyunca Adli Tıp Kurumundan rapor düzenlenmesinin beklendiği, bazı duruşmaların çeşitli kurumlardan bilgi ve belge toplanması için talik edildiği, Cumhuriyet savcısına esas hakkındaki mütalaasını hazırlamak üzere iki ayrı oturumda süre verildiği ve heyet değişikliği nedeniyle duruşmanın talik edildiği de görülmektedir. Ayrıca zamanaşımı nedeniyle düşürülen davada temyiz süreci de 3 yıl 2 ay sürmüştür. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 12 yıl 4 ay sürdüğü anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir…”

 

[22]YCGK, E: 2016/16-1280, K: 2016/432, KT: 22.11.2016: “…Yargıtay 16. Ceza Dairesi ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi arasında birleştirme uyuşmazlıklarına konu olan ve Ceza Genel Kurulu’na taşınan somut olayda; 2802 sayılı Kanun’a tabi olan hâkim ve Cumhuriyet savcısı sanıklarla, sivil, asker ve emniyet mensubu diğer sanıklar arasındaki bağlantı ve iştirak ilişkisinin, anılan kanunun 86. maddesi anlamında birleştirmeyi zorunlu kılacak boyutta olmadığı, gerek yargılanan sanık sayısı, gerek yargılamaya konu edilen eylemlerin karmaşıklığı gerekse kapsamları, davaların ayrı ayrı görülmesinin makul sürede yargılanma hakkına sağlayacağı yararı, birleştirilerek görülmesi halinde ise bu hakkın ihlaline neden olabilecek zararı dikkate alındığında ve açıklanan sebeplerle; Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin davaların ayrı ayrı görülmesine dair kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir. Bu itibarla, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 23.03.2016 gün ve 99-78 Sayılı ve yine aynı mahkemenin 02.09.2016 gün ve 297-248 Sayılı birleştirme kararlarının kaldırılmasına karar verilmelidir…”

 

 

[23]Anayasa Mahkemesi, E: 2018/71, K: 2018/118, T: 27.12.2018, RG: S. 30687, T. 15.02.2019.

[24] Anayasa Mahkemesi, E: 2016/78974, K: 2016/78974, T: 03.07.2019, RG: S. 30848, T. 31.07.2019.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

AdaletMedya İnstagram Hesabımız
ads