Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Av. Sahra DÜZGÜN TUCEL

Aile Konutunda Diğer Eşin Rızası

4721 SAYILI TMK 194. MADDESİ GEREĞİNCE AİLE KONUTU ÜZERİNDE EŞLERİN HUKUKİ İŞLEM ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLANDIRILMASI VE ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN İYİ NİYETİNİN KORUNMASI MESELESİ

 

Evlilik birliğinin kurulması ile TMK gereğince eşler için birlikte yaşama yükümlülüğü doğmuş ve böylece birlikte yaşamak, eşler için bir hak olmanın yanında aynı zamanda bir yükümlülük olmuştur.

 

Eşlerin birlikte yaşayacağı, müşterek hayatlarını birlikte idame ettirecekleri alan ise aile konutudur.  Aile konutunun tanımı, her ne kadar iç hukuk mevzuatımızda yer almasa da, TMK 194. Madde gerekçesinde şu şekilde yapılmıştır:  “Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır”.  Bir konutun aile konutu niteliğini kazanması için, bunun mutlaka bir taşınmaz olması veya tapu kütüğüne kayıtlı olması da gerekli değildir. Aile konutu kural olarak tek konuttur ve evlilik birliğinin devamı süresince de korunur.

Eşlerin müşterek hayatlarını idame ettirecekleri alan olan aile konutunu, TMK 186. Maddesinin birinci fıkrası uyarınca eşler birlikte seçeceklerdir. Aile konutu hukuken korunduğu için aile konutuyla ilgili işlemlerde ya eşlerin birlikte hareket etmesi gerekecek ya da tek taraflı yapılan işleme diğer eşin rızası gerekecektir. Evlilik birliği kurulduktan sonra artık aile olan eşlerin hukuki işlemlerinin aile hukuku alanında bir kısıtlamaya tabi olup olmayacağından bahsedersek TMK 193. maddesinde şöyle bir düzenleme getirilmiştir:   “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabilir.”

Kural olarak, eşler hukuki işlem ehliyeti açısından tam ehliyetli gibi sayılmışlarsa da ancak bu kurala Kanun istisna getirmiştir. TMK 193.madde de  “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, … ” şeklinde bir istisna getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğünün çeşitli yasal düzenlemelerle kısıtlanacağı belirtilmiştir. Söz konusu istisnai hükümler arasında TMK 194. maddesi de yer almıştır.

Aile konutu kavramına, hukuk âleminde somutluk kazandırmak adına tapuda ilgili konut üzerine şerh konulması müessesi getirilmiştir. Aile Konutu Şerhi, mahkeme kararıyla verilmekte iken, artık malik olmayan eş, tek taraflı bir irade beyanıyla, ilgili konutun aile konutu olduğu gerekçesiyle, Tapu Sicil Müdürlüğünden ilgili taşınmazın sayfasına aile konutu şerhi düşülmesini isteyebilmektedir. Bu husus TMK 194/3’te şöyledir:  “Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini (Eklenmiş İbare RGT: 19.02.2014 RG No: 28918 Kanun No: 6518/44) tapu müdürlüğünden isteyebilir” . Yargıtay HGK[1], aile konutuna ilişkin bir uyuşmazlıkta tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesinin tapu sicil müdürlüğünden istenebileceğini, konutun aile konutu olup olmadığı taraflar arasında çekişmeli ise şerhin hâkimden istenebileceğine karar vermiştir.

Tapu kaydına işlenen aile konutu şerhi, kurucu değil  “açıklayıcı” şerh özelliği taşımaktadır yani tapu kütüğüne şerh düşüldüğü için aile konutu olmuyor, aile konutu olduğu için şerh düşülüyor. Bu sebeple aile konutu şerhi düşülmemiş bile olsa, eşlerin müşterek hayatlarını idame ettirdikleri konut aile konutu olarak kabul edilecektir. Dolayısı ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa bile, eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Aile konutu şerhi konulduğu için değil,  zaten evlenmeyle beraber eşlerin aile konutu üzerindeki hakları Kanun gereğince sınırlanmıştır.

TMK  193. maddesi ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte TMK’nın 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, aile birliğinin” korunması amacıyla sınırlandırılmıştır.[2] Aile Konutu üzerinde eşler için getirilen sınırlandırma TMK 194/1’de düzenlenmiştir: “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Bu nedenle aile konutuyla ilgili olarak eşlerin tek başlarına hukukî işlemleri yapması diğer eşin önemli yararlarını etkileyebileceğinden, bunun sonucu olarak 194. Madde aile konutuyla ilgili işlemlerde (kira sözleşmesinin feshini, bu konutun başkalarına devri ve buna benzer diğer tasarruflarda) diğer eşin rızasını aramıştır.

 

Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak belirli olan bir işlem için verilebilir.

             Aile Konutu Şerhinin Hukuki Niteliği Ve Fonksiyonu İle Aile Konutunu Devralan Üçüncü Kişinin İyi Niyetinin Korunup Korunamayacağı

 

Aile konutu şerhinin hukuki niteliği, TMK bağlamında ne tür bir şerhin söz konusu olduğunun belirlenmesi ile ortaya çıkacaktır. Aile konutu şerhinin hukuki niteliği ve fonksiyonunun ne olduğu hususuyla ilgili görüşler olmasıyla beraber tartışmalı bir hal almıştır.

 Aile Konutu Şerhinin Hukuki Niteliğiyle İlgili İlk Görüşe Göre;

“Şerh, aile konutu üzerinde hak sahibi olan eş ile işlem yapan üçüncü kişilerin (yani aslında işlemin tarafının) iyi niyet iddiasını bertaraf etmeye yöneliktir. Bu nedenle diğer eş, 194/3 hükmüne dayanarak şerh talebinde bulunmamış ise; bu durumda işlemin tarafı iyi niyetli üçüncü kişi, TMK m. 1023 ( Tapuya Güven İlkesi) uyarınca korunmalıdır.”[3]

                                   Bu görüşte TMK m.194 hükmünün TMK m.1023 hükmünde gözetilen tapu siciline güven ilkesine bir istisna getirilmediği belirtilmiştir.  Doktrinde pek çok kişi, bu şerhin,  hak sahibi eşle işleme girişen üçüncü kişilerin iyi niyetini ortadan kaldıracağını belirtir. Şerh yapılmadığı takdirde ise; eşle işleme girişen iyi niyetli üçüncü kişinin TMK m.1023 korumasından yararlanarak, hak sahibi olacağını belirtmişlerdir.

Yapılan şerhin hukuki niteliğiyle ilgili bu ilk görüşe göre; TMK m.194 hükmü ile aile konutu üzerinde hak sahibi eş, hukuki işlemlerinde diğer eşe bir katılım imkanı tanımış ve bu halde bir tasarruf yetkisine veya fiil ehliyetine yönelik sınırlama yapmamıştır. Hükmün getirdiği sınırlama, bu anlayışta sözleşme özgürlüğüne ilişkindir. Aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin ne fiil ehliyetinin ne de tasarruf ehliyetinin sınırlandığını kabul eden bu görüş uyarınca, diğer eşin rızasının aranacağı hukukî işlemler sadece tasarruf işlemleri değildir.

Doktrinde bu görüş baskın olmamasına rağmen, Yargıtay HGK’nın 04.10.2006 tarihli kararında;

Aile konutu niteliği ve buna bağlı olarak aile konutuna sağlanan koruma, şerhten önce etkisini göstermeye başlamıştır. Şerh açıklayıcı niteliktedir, işlem tarafı kişi, tapu sayfasında şerh bulunmadığı bir kurguda iyi niyetli olmak koşulu ile aile konutu üzerinde hak sahibi eşin yapacağı işlemle kazanımda bulunabilir. Bu noktada aile konutu üzerinde hak sahibi olmayan eş, hak sahibi eşle işleme girişen kimsenin kötü niyetli olduğunu ispat etmekle yükümlüdür.”  şeklinde hüküm kurulmuştur.

Yargıtay, aile konutu şerhiyle ilgili olarak vermiş olduğu bu kararında aslında; “TMK m.194 hükmü, TMK m.1023’ ü dışlamaz.” şeklinde hüküm kurmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2006 tarihinde vermiş olduğu bu karar, öğretide çeşitli yönlerden de eleştiriye uğramıştır.

Rızası aranan eşin isteğine bağlı olarak yapılan ve temelde bir açıklama işlevi gören şerhin yapılmamış olması, aile konutu olan taşınmazın tapu kaydını yolsuz hale getirmez. Hak sahibi eşten konutu devralan kimselerin konutun aile konutu olmadığına yönelik iyi niyeti TMK m.1023 kapsamında bir koruma görmemelidir. Ve hatta doktrinde baskın olan bir görüş, Yargıtay’ın bu kararını “Yargıtay’ın şerh takıntısından kaynaklandığını” dahi söylemiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2006 tarihinde vermiş olduğu bu karar, TMK m.194 hükmü ile koruma altına alınan menfaatle de örtüşmemektedir.

                                   Yargıtay’ın aile konutu şerhinin mevcut olmadığı durumda hak sahibi eşle, işleme girişen kimsenin iyi niyetli olması halinde, taşınmaz üzerinde hak sahibi olacağını bildiren bu yaklaşımı, şerhin kurucu olduğu kabul edildiğinde ancak bir anlam taşıyabilecektir.  Oysaki Hukuk Genel Kurulu bu kararında, şerhin kuruculuğundan bahisle hüküm kuran ilk derece mahkemesinin yaklaşımını doğru bulmamış ve şerhin de açıklayıcı nitelikte olduğu şeklinde hüküm kurmuştur.

                                   Ne var ki Yargıtay HGK, 2006 tarihinde vermiş olduğu bu kararla, hak sahibi olmayan (işlemin tarafı olmayan) eşe, üçüncü kişinin iyi niyetli olmadığını ispatlama yükü getirerek şerhe fiilen kurucu bir etki tanımış, aile konutu şerhinin yokluğunda, TMK  m.1023 hükmünü göz önüne alarak, hak sahibi eşle işlem yapan kimsenin iyi niyetine sonuç bağlar şekilde karar vermiştir.

Yargıtay’ın yukarıda açıkladığımız şekilde hüküm kurduğu bu karara katılmayan, doktrinde baskın olan görüşe göre; TMK 194. maddeyle getirilen korumanın etkili uygulanabilir olması, bunun aslında kanundan doğan bir sınırlama olduğu ve bu nedenle herkesçe bilinmesi gerektiği için, işlemin karşı tarafı olan üçüncü kişinin iyi niyetinin korunmayacağı kabul edilmelidir.

Aile Konutuna Yapılan Şerhin Hukuki Niteliği Ve Fonksiyonuyla İlgili Ve Doktrinde De Baskın Olan İkinci Görüşe Göre;

 

Şerh, işlemi karşı tarafın iyi niyetini kaldıran bir şerh değildir. TMK m. 194/3 madde ve fıkrasında, doğrudan doğruya kanundan doğan bir tasarruf yetkisi sınırlaması getirmiştir. Bu şerh bulunmasa dahi, diğer eşin rızası alınmadan yapılan hukuki işlem doğrudan kanundan doğduğu için geçersiz sayılır ve de karşı tarafın iyi niyetli olması dahi, bu işlemi geçerli hale getirmez.”[4]

                                   Karşı taraf adına yapılan tescil ise; bu işlemin dayanağı olan hukuki işlem geçersiz olduğundan, yolsuz tescildir. Söz konusu bu şerh, bu noktada, yani adına yolsuz tescil bulunan kişiyle işlem yapan üçüncü kişilerin iyi niyetinin önlenmesine ilişkin bir fonksiyon taşır.

Aile konutu konusunda; ailenin bütününü ilgilendiren, daha borçlandırıcı işlemde müdahale edilmesi gereken bir çıkar söz konusudur. Kanun koyucu konutun ailesi için önemini hiçe sayan kimsenin fiil ehliyetine de müdahale etmiştir. Öyle ki doktrinde bir görüşe göre; TMK  m.194 uyarınca rıza alınmadan yapılan işlemin noksan olduğu ve askıda hükümsüz olduğu belirtilmiştir.[5]

Tapu kütüğünde şerh olsun olmasın, diğer eşin rızası olmadan hak sahibi eşle işlem yapan kişinin iyi niyeti işlemin geçersizliğini etkilemeyecek, bu kimse adına yapılan tescil yolsuz olacaktır. İşte bu noktada, yani hak sahibi eşle işlem yapan kimse adına yapılan ve fakat yolsuz olan tescil işleminden sonra, bu kimse ( işlem tarafı üçüncü kişi) ile işleme girişecek olan diğer üçüncü kişilerin TMK m.1023 korumasından yararlanmalarını engelleme noktasında TMK m.194 madde ve fıkrasında yer verilen şerh devreye girecektir.

Bir diğer deyişle bu şerhin hedefi,  işlem tarafı üçüncü kişinin değil, bu kimse ( işlem tarafı üçüncü kişi) ile işleme girişen diğer (4. kişinin) kişinin iyi niyetidir.  TMK m.194 ile diğer eş açısından bir  “katılma hakkı” getirildiği görüşü ile birlikte, şerhin fonksiyonunu, TMK m.194’ün aile konutunu koruma amacından hareketle benzer şekilde açıkladığı görülmektedir.[6]  

                                   TMK  m.194 hükmü aile konutu üzerinde hak sahibi olan eş açısından bir fiil ehliyeti sınırlaması olarak algılanmalıdır. Bu anlayış da beraberinde hükmün sağladığı korumayı etkin bir hukuki konuma kavuşturmaktadır.

Hak sahibi olan eş -aile konutu üzerindeki hakkının niteliğine bakılmaksızın- aile yaşamının, ilişkilerinin merkezi haline gelen bu konutu, yaşamsal önemini hesaba katmadan işleme konu edemez. Doktrinde baskın olan bu görüşe göre; ailenin bütününü ilgilendiren,  aslında  daha borçlandırıcı işlemde müdahale edilmesi gereken bir çıkar söz konusudurKanun koyucu burada aile konutunun ailesi için önemini hiçe sayan bir kimsenin, aslında fiil ehliyetine müdahale etmektedir. TMK m.194 hükmü, hak sahibi olan eşi değil, evlilik birliğini korumak için getirilmiştir.

Yapılan şerhin hukuki niteliğiyle ilgili son bir kez daha bahsetmemiz gerekirse; TMK 194. maddeyle getirilen bu korumanın etkili uygulanması, bunun aslında kanundan doğan bir sınırlama olduğu ve bu nedenle herkesçe bilinmesi gerektiği için, işlemin karşı tarafı olan üçüncü kişinin iyi niyetinin korunmayacağı, bu konuda kabul edilmektedir.

Diğer eşin rızası olmadan aile konutu malik olan eşten devralan 3. kişinin iyi niyetinin korunmayacağı, bu kimsenin yapılan işlemle hak sahibi olmayacağı” İsviçre-Türk öğretisindeki hakim görüş olmakla birlikte,  Yargıtay HGK kararıyla[7] TMK m.194 hükmü ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetlerinin sınırlandırılmıştır. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. TMK m.194 hükmü emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak ‘belirli olan’ bir işlem için verilebilir.

                        TMK m.193 ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte TMK m.194 hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “aile birliğinin” korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

                        Tüm bunlardan hareketle aile konutunun maliki olan eş aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tasarrufta bulunamaz, böyle bir tasarruf ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Bu rıza için TMK m.194’te bir geçerlilik şekli öngörülmese de “AÇIK” olarak verilmesi gerektiği öngörülmüştür. Dolayısı ile rıza bir şekle tabi olmadan sözlü olarak dahi verilebilir ancak aranan şart diğer eşin açık rızasının bulunmasıdır.

                                   Kısacası TMK m.194/1 de eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna,  şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyi niyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısı ile eşin açık rızası alınmadan yapılan işlem geçersiz olmaktadır.

                                   Gerekli rızanın alınmaması halinde, yapılan işlem noksandır. Devir işlemi diğer eşin açık rızası olmaksızın gerçekleştiğine göre işlem geçersizdir. Bu halde TMK m.194 hükmüne dayanılarak açılacak dava hükümsüzlüğün tespiti ile tapu iptal ve tescil davasıdır. Rızası alınmayan eş tarafından Aile Mahkemelerinde ayni nitelikli bir dava olarak açılacaktır.

 

Av. Sahra DÜZGÜN TUCEL

Stj. Av. Cansu MENTEŞE – Stj. Av. Burcu BOZKURT

 

[1]  Yargıtay HGK 2011/2-447 E. ,2011/566 K. , 28.09.2011 tarihli kararıyla

[2] T.C. Yargıtay HGK  T. 15.04.2015, E. 2013/2-2056, K. 2015/1201

[3] Bkz. KILIÇOĞLU, Diğer Eşin Rızası, s. 20; Yenilikler, 1.Bası

[4] Bkz. ŞIPKA, Aile Konutu, s.159 vd.

[5] Bkz. ŞIPKA Aile Konutu, s, 149

[6] Bkz. ŞIPKA, Aile Konutu, s.51

[7] Yargıtay HGK 15.04.2015 T. 2013/2-2056 E. 2015/1201 K. Sayılı kararıyla

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER