Danıştay’ın 157. Kuruluş Yıl Dönümü Törenle Kutlandı
Danıştay’ın 157. kuruluş yıl dönümü ile “Danıştay ve İdari Yargı Günü” etkinlikleri kapsamında 12 Mayıs 2025 tarihinde özel bir tören düzenlendi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Törene Katıldı
Danıştay Başkanlığı Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen törende, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da hazır bulundu. Devlet protokolünün yoğun katılım gösterdiği etkinlikte, yargının önemi ve hukuk devleti ilkesi vurgulandı.
Yargı ve Hukukun Üstünlüğü Öne Çıktı
Törende yapılan konuşmalarda, idari yargının gelişimi, hukuk devleti ilkesi ve yargının bağımsızlığı gibi konular ön plana çıktı. Etkinlik kapsamında yargı mensuplarının sorunlarına değinilirken, adaletin güçlendirilmesine yönelik mesajlar verildi.
Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, Danıştay’ın 157. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşmada, hukuk devleti vurgusu yaptı. Yiğit, yargının bağımsızlığına dikkat çekerek, “Hiç kimse yargının üstünde, hiç kimse de hukukun altında bırakılmamalıdır” dedi.
“Yargı, Adaletin Güvencesi Olmalıdır”
Başkan Yiğit, yargının yalnızca karar veren bir merci değil, aynı zamanda adaletin tesisinde güvence sağlayan bir kurum olduğunu belirtti. “Yargı, daima hukukun uygulanmasının ve adaletin sağlanmasının teminatı olmalıdır. Hukuk devleti anlayışının temel yapı taşı, idarenin yargı denetimine açık olmasıdır” ifadelerini kullandı.
“İdarenin Yargı Yoluyla Denetimi Şart”
Yiğit, yürütme organının tüm işlemlerinin ve kararlarının, bağımsız yargı organlarınca denetlenmesinin hukuk devleti açısından vazgeçilmez olduğunu vurguladı. “Bu denetim, vatandaşları keyfi uygulamalardan korur ve devletle birey arasındaki ilişkiyi adalet zeminine oturtur” diye konuştu.
“Devlet-Vatandaş İlişkisi Adalet Temelinde Kurulmalı”
Danıştay Başkanı, idari işlemlere karşı bireylerin korunmasını sağlayan yargı denetiminin, kamu gücünü kullanan kurumların hukuka uygun hareket etmesini sağladığını belirtti. “Hukukun üstünlüğü, sadece yasaların varlığıyla değil, bunların etkin bir şekilde uygulanmasıyla mümkündür” dedi.
Zeki Yiğit’in açıklamaları, hukuk devleti ilkesinin güçlenmesi için bağımsız ve tarafsız yargının önemine bir kez daha dikkat çekti.
Danıştay Başkanı Zeki YİĞİT’in Danıştay’ın Kuruluşunun 157. Yıl Dönümü ile Danıştay ve İdari Yargı Günü Tören açılış konuşmasının tam metni…
Sayın Cumhurbaşkanım Saygıdeğer meslektaşlarım Kıymetli misafirler
Değerli basın mensupları
Bugün, Osmanlı İmparatorluğu’nun ıslahat ve tanzimat dönemlerinde reform çalışmalarının ve hukukun kurumsallaştırılması çabalarının bir sonucu olarak 10 Mayıs 1868 tarihinde “Şura-yı Devlet” adıyla kurulan ve İmparatorluktan Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden köklü devlet kurumlarından olan Danıştay’ın 157. kuruluş yıldönümünü idrak ediyoruz.
Kuruluş yıldönümleri münasebetiyle kutladığımız “Danıştay ve İdari Yargı Günü” törenimize katılan siz değerli misafirlerimizi en içten duygularımla ve saygıyla selamlıyor, şahsım ve Danıştayımız adına hoş geldiniz diyorum.
Kuruluş yıldönümleri sadece geçmişin muhasebesini yapmak imkanı vermemekte, aynı zamanda halihazırda ve gelecekteki sorumluluklarımızı hatırlamak, adalet ülküsüne ve hukuka bağlılığımızı teyit etmek için her seferinde fırsatlar sunmaktadır.
EVRENSEL DEĞER OLARAK ADALET
Adalet Kavramı
Ne zaman hak, hukuk, yargı ve yargı kuruluşları ile ilgili bir tartışma açılsa, bu tartışmanın konusu daima “adalet” kavramı etrafında cereyan etmektedir.
Danıştay’ın ve diğer yargı kurumlarının varlık gayesi de “adalet”in tesisine hizmet etmektir.
Bir başka ifadeyle, tüm yargının ve yargı faaliyetinin içinde iddia, savunma ve yargı makamında yer alan tüm hukukçuların ulaşmaya çabaladığı nihai gaye “adalet”tir.
Adalet, bireylerin toplum içerisindeki konumlarına bakılmaksızın insan olmaları sebebiyle doğuştan var olan ve toplum içinde statüleri gereği mevzuat çerçevesinde tanınan haklarını elde edebilmelerini, bu hakların korunmasını ve toplumsal ilişkilerde eşit ve hakkaniyetli muamele görmelerini amaçlayan, ahlaki, hukuki ve toplumsal boyutları olan bir ilkedir.
Ahlaki erdemler açısından konuyu irdeleyen Aristoteles’e göre, adalet erdemlerin en önemlisidir. Adalette bütün erdemler bir aradadır. Diğer insanların iyiliğini de gözeten bir erdem olarak, adaletli olan ister yönetici, ister sıradan insan olsun hep yararlı şeyler yapar. Adalet erdemin bir parçası değil, tamamıdır. Adaletsizlik de kötülüğün bir parçası değil, tamamıdır.
Medeniyetimizin Adalet Anlayışı
Değerler dünyamızda adalet; toplumsal ve bireysel bütün meselelerde tüm insanları kapsamak üzere Allah’ın (cc) emridir ve El-Adl Allah’ın (cc) isimlerinden biri olarak hak ile hükmeden, hiç şaşmayan, hiç zulmetmeyendir.
Modern tarihyazımının, sosyolojinin ve iktisadın öncülerinden kabul edilen 14. Yüzyıl düşünürü, kadı, devlet adamı ve tarihçisi olan İbn Haldun’a göre, insanların huzur ve mutluluğu adaletten geçer. Refaha ve güzelliklere de adalet ulaştırır. Adalet varsa tüm ahlaki erdemler yerini bulmuş demektir.
Köklü adalet anlayışımızın yansıması olarak Anayasamızda adalet birçok defa vurgulanmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde bir hukuk devleti olduğu ifade edilmiştir.
Adalet, toplumun vicdanıdır.
Devletleri güçlü kılan ve toplumları yaşatan adalettir.
Devletler ancak adaletle ebedileşir, zulüm ve adaletsizlikle de yok olur.
Devletin temeli, toplumun huzuru ve barışın teminatı olan adalet; her yerde, her koşulda uygulanması, yaşanması, korunması, yönetilenler ve yöneticiler dahil her ferdin, her topluluğun içselleştirerek sahip olması gereken evrensel bir değerdir.
Zira zerre ağırlığınca bir iyiliğin de, kötülüğün de karşılığının görüleceği bir hesap gününün varlığı aşikardır.
Adalet Her Alanda Herkes Tarafından Gözetilmeli
Adalet, yalnızca yargı düzeninde işlev gören bir kavram değil, çok boyutlu bir anlam ifade etmektedir. Günümüzün adalet anlayışı, bireysel hakların korunmasının yanında, gelir dağılımının dengelenmesi gibi ekonomik, sosyal ve siyasal hakların tesisinde de adil olunması gerektiğini vurgulayan bütüncül bir yaklaşımı içermektedir.
Aynı yaklaşımı benimseyen Anayasamızda da, adalet ve sosyal hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacak surette kişilerin doğuştan var olan temel hak ve özgürlüklerini sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.
Atalet içinde adaleti aramak, çölden su beklemek gibidir. Adalet için, erdemi, bilgiyi, eğitimi esas alarak çok çalışmak gerekir.
Bu bakımdan adalete ulaşmak ve adaleti hakim kılmak için tüm toplum kesimleri gibi yöneticiler ve hakimler, hukukun üstünlüğüne bağlı kalarak, mesleki etik ve vicdani sorumlulukları ile hakkaniyetli bir yorum çerçevesinde üstün bir gayret göstermekle mükelleftir.
Öte yandan, insanoğlu adaletin herkes için eşit düzeyde tatbikini, kendisi haksızlığa uğradığında hararetle savunduğu adalet ilkesinin tavizsiz uygulanmasını talep ederken, bazen kendisinin yapmış olduğu haksızlık veya bir suç isnadı sebebiyle soruşturma, dava veya yargılama süreçleri ile karşı karşıya kaldığında; makam, mevki veya serveti ya da sosyal, siyasal veya ekonomik statüsüne sığınarak muafiyet veya dokunulmazlık beklentisi içine girmekte, adaletten kaçmanın ve hukuku kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın yollarını aramaktadır.
Bu hal nedeniyledir ki, herkesi kavrayan ve kuşatan adaletin tecellisi adına yapılan inceleme, soruşturma, dava ve yargılamalar, bazen ideolojik veya siyasal alana çekilmek suretiyle hukuki mecrasından çıkarılmak istenmekte, böylece toplumun adalete ve yargı sistemine olan güveni sarsılmaktadır. Yargı olarak, bu beklentilere hiçbir zaman taviz verilmemelidir.
Küresel Adalet
İnsanlığın varoluşundan beri hem inanç hem beşeri sistemlerde ulvi bir değer olarak yer alan adalet, bir toplumda insanlar arasındaki ilişkilerde huzurun temini için ne kadar önemli ise, belki bundan daha önemli boyutlarda küresel huzurun ve barışın tesisi ve devamı bakımından da elzemdir.
Devletler ve milletler, adaletin gereği olarak diğer toplumların haklarını gözettikleri takdirde küresel çapta barış tesis edilebilecek ve huzur sağlanabilecektir.
Bugünkü dünyamızda, haklı olanı güçlü kılamadığımız için hakkını alamadığı, güçlü olanın haksız olduğu hallerde dahi, hep ben haklıyım dediği ve kimsenin buna ses çıkaramadığı bir küresel düzen söz konusudur.
Farklı coğrafyalarda, bazı milletler zulme uğramaya devam etmektedir. İnsan hakları ihlalleri işkence boyutuna varmakta, savaşlarda savaş suçları işlenmekte ve soykırıma varan vahşi saldırılarla aslında insanlık öldürülmektedir. Enerji ve doğal kaynakların hegomonik küresel şirketlerin hakimiyetinde olması küresel düzeyde gelir adaletsizliklerini ortaya çıkarmakta, buna bağlı olarak fakirleştirilmiş halklar yaşamsal mücadele vermektedir. Dünyanın gündeminde iklim değişikliği, göçler, çatışmaların durdurulması, barışın temini, küresel ekonomik düzenin yeniden inşası gibi çözüm bekleyen kronikleşmiş birçok sorun bulunmaktadır.
Gazze’de yıllardır devam eden zulüm ve saldırılarda şehit olan binlerce bebek, çocuk, kadın ve masumları vahşice öldürmek; hayatta kalanları ise tarihte benzeri görülmeyen tarzda uygulanan tecrit ve ablukayla açlığa mahkum etmek suretiyle işlenen insanlık suçlarına engel olmak ve hesabını sormak, bugüne kadar mevcut uluslararası sistemin mekanizmaları içinde mümkün olamamış, vicdanı körelen insanlık sınıfta kalmıştır. Mevcut küresel adalet sistemi içinde hesabı sorulsa da sorulmasa da, bu zulmü işleyenler ilahi adalet karşısında er ya da geç bu hesabı vermekten kaçamayacaklardır.
Zulme uğrayan milletlerin haklarını korumak, insan hakları ihlallerini önlemek, küresel düzeyde gelir adaletsizliklerini düzeltmek, doğal kaynakların korunmasını ve adilane yararlanmayı temin etmek, artan uluslararası anlaşmazlık ve çatışmaları ortadan kaldırmak suretiyle milletlerarasında barışı sağlamak için, adalet ve eşitlik anlayışına dayalı milletlerarası adil bir düzeni hayata geçirecek yeni yapılanma ihtiyacı ve bunu ayakta tutacak sağlam bir hukuki temel üzerine inşa edilen kurumların teşkili gerekliliği günümüzde daha da belirgin bir hale gelmiştir.
İDEAL ADALETE ERİŞMENİN ÇAĞDAŞ KURALLARI
İnsan Haklarına Saygılı Devlet
Sayın Cumhurbaşkanım
Gerek ulusal düzeyde gerekse uluslararası düzeyde ideal adalete erişmenin ön koşullarından biri, küresel vicdanın müşterek değeri olan “insan hakları”nı muhafaza etmektir.
Bütün bireylerin, “insan olmaları nedeniyle sahip olduğu temel hak ve özgürlükler” olarak tanımlanan ve insanlık onurunu yüceltmeyi amaçlayan insan haklarını korumak, günümüzde devletlerin varoluş nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zira, bütün sistemler, kurumlar ve devletler her şeyin özünde ve merkezinde yer alan insanın yararına ve ona hizmet etmek amacıyla kurulmuştur.
Nitekim Anayasamızın, “insan haklarına saygılı devlet” olarak vasıflandırdığı Devletimiz, “insanı yücelt ki devlet yücelsin” anlayışıyla şekillenen köklü geleneğimiz üzerine inşa edilmiştir.
İnsan Haklarına Saygının Gereği Olarak Hukuk Devleti
Hukuk devleti ilkesi, devletin tüm faaliyetlerinde hukukun üstünlüğünü esas almasını zorunlu kılan temel bir anayasal ilkedir ve insan haklarına saygılı bir devlet yapısının vazgeçilmez ön koşulunu oluşturur.
Hukukun üstünlüğünün tesis edildiği bir devlet düzeninde, keyfiliğe karşı, bütün hukuki normlar genellik, belirlilik, eşitlik, öngörülebilirlik ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda tesis edilerek kurumsal ve normatif mekanizmalar geliştirilir. Böylece bireylerin hukuki güvenlik beklentisi karşılanarak temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınır, birey-devlet ilişkisi adil bir zemine oturtulur ve bu suretle devlete duyulan güven pekişir.
Böyle bir düzende, bireyler yasalar önünde eşit konumda olup, hiçbir kişi veya grup hukuk kurallarından ve bu kuralların getirdiği hak, yükümlülük ve müeyyidelerden muaf tutulamaz. Zira hukuk devleti, sadece belirli grupların haklarını ve hukukunu gözeten değil, toplumun her kesiminin hukukunu koruyan, çoğulcu bir yaklaşımı benimseyen, herkese eşit ve adil bir hukuk düzeni sunan devlettir.
Bu ilkenin idarenin işleyişine bir yansıması olarak, hukukun üstünlüğü anlayışı, Anayasamız ve sair mevzuatta yer almasının yanında, kamu gücünü ve ayrıcalıklarını kullanan kamu görevlileri ve uygulayıcıların özümsediği bir değer olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta hukukun üstünlüğünü “Herhalde dünyada bir hak vardır. Ve hak kuvvetin üstündedir.” cümlesiyle veciz bir şekilde ifade etmiştir.
Günümüzde, dünyada üstünlerin hukukunun egemen kılınması yönündeki eğilimler giderek artmaktadır. Özellikle küresel düzeyde siyasi, ekonomik ve askeri güç sahipleri, evrensel hukuk kurallarını kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye ve uygulamaya yönelik bir irade ortaya koymaktadır.
İyi işleyen bir yargının olduğu yerde hiç kimse hukukun üstünde yer alamamalı, hiç kimse de hukukun altında bırakılmamalıdır. Yargı daima hukukun uygulanmasının ve adaletin tesisinin güvencesi olmalıdır.
Velhasıl, güçlü olanı adil, adaletin gücünü hakim kılmanın yolu, güçlülerin hukuku yerine hukukun gücünü korumanın yöntemi, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti anlayışını tavizsiz uygulamaktan geçmektedir.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN PEKİŞMESİNDE YARGININ YERİ VE GÖREVİ
İdarenin Yargı Denetimine Tabi Olmasının Önemi
Hukuk devleti anlayışını pekiştirmenin en önemli unsuru idarenin yargı yoluyla denetlenmesidir.
İdarenin yargısal denetimi, yürütme organının bütün iş ve işlemlerinin ve diğer organların idari iş ve işlemlerinin, kararlarının ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun bağımsız yargı organları tarafından incelenmesi sürecidir. Bu denetim mekanizması, bireylerin idarenin uygulamalarına karşı korunmasını sağlayarak, bazı keyfi veya hukuka aykırı iş ve işlemler karşısında devletin vatandaşlarıyla olan ilişkisini adil bir zemine oturtur.
Güven duyulan bir yargı denetiminin bulunmadığı veya etkisiz olduğu sistemlerde, idarenin yetkilerini hukuki sınırlar dışına taşırması mümkün hale gelir ve hukuk devleti ilkesi zedelenir.
Ülkemizde idarenin yargısal denetimi, idare ve vergi mahkemeleri, bölge idare mahkemeleri ve Danıştay’ca yerine getirilmektedir.
Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığının Önemi
“Hukukun üstünlüğü ilkesi”nin tavizsiz uygulanmasının ve korunmasının teminatı, bağımsız ve tarafsız bir yargı mekanizmasının varlığıdır.
Yargı bağımsızlığı, yargı organlarının herhangi bir baskı, etki veya yönlendirme olmaksızın yalnızca anayasa, yasalar ve hukukun evrensel ilkeleri çerçevesinde karar alabilmesini ifade ederken; yargının tarafsızlığı, hâkim ve savcıların hiçbir kişi, kurum veya grubun çıkarlarını gözetmeksizin, tamamen nesnel ve adil bir yaklaşımla hareket etmelerini ifade eder.
Yargının bağımsız ve tarafsız bir şekilde işleyebilmesi, hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olup, bireylerin hukuki güvenliğini teminat altına alır.
Anayasal bir zorunluluk olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının, başta yargı mensupları olmak üzere tüm devlet organları ve toplum tarafından titizlikle korunması gereken bir etik değer olarak da benimsenmesi gerekmektedir.
Yargının bağımsızlığı devletin; tarafsızlığı ise hâkimlerin görev ve sorumluluğu altındadır.
Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığının Amacı ve İşlevi
Yargı, Türk Milleti adına adaleti sağlama görevini yerine getirmenin gereği olarak bağımsız kılınmıştır. Bu bir ayrıcalık değil, adaletin özgür biçimde tüm gerçekliği ile tezahür etmesini sağlamanın bir güvencesidir.
Bir başka ifadeyle, yargı bağımsızlığı adaletin tam olarak gerçekleştirilmesinin bir aracıdır.
Anayasamızda yer alan kuvvetler ayrılığı prensibi gereğince yargı, yürütme ve yasamadan bağımsızdır. Ancak yargının ve yargı mensuplarının yürütme ve yasama organları dışındaki toplumsal yapı ve unsurlardan da bağımsız olması elzemdir.
Baskı Gruplarının Yargıya Müdahale Girişimleri
Bu yapılardan biri olan baskı grupları, belirli çıkarlarını korumak veya yaymak amacıyla karar alma süreçlerini etkilemeye çalışan örgütlü yapılar olarak tanımlanabilir. Kimi zaman uluslararası irtibat ve destekleri de olan bu odak ve gruplar, yargı bağımsızlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturabilir. Bazen çıkarları doğrultusunda yargı süreçlerine müdahale etmeye çalışan bu yapılar, yargının bağımsızlığını ve hukukun objektifliğini zedeleyerek adaletin etkin işleyişini sekteye uğratabilir.
Bazı uluslararası legal örgütler ve oluşumlar da yargı bağımsızlığını ihlal eder biçimde, Türk yargısının yargılama süreçlerinde telkin, tavsiye ve yönlendirmede bulunarak kararları etkileme gayreti içinde olabilmektedirler. Bu durum Türkiye’nin egemenlik haklarına açık bir müdahale olduğu gibi, evrensel bir ilke olarak kabul gören yargı bağımsızlığının da bariz ihlalidir.
Hakimlerin söz konusu güç odakları ve baskı gruplarından, kişi, kurum ve örgütlerden, yazılı, görsel ve sosyal medya mecralarından, resmi veya gayrıresmi sivil toplum örgütlenmelerinden, kamuoyundan, davanın taraflarından veya davayla ilgili herhangi bir menfaati olan kişilerden gelebilecek, hukuka ve vicdanlarına göre karar vermelerini olumsuz etkileyebilecek tesirlere karşı da korunmaları gerekir.
Yargıya Duyulan Güveni Pekiştirmede Devletin ve Yargı Mensuplarının Görevi
Sayın Cumhurbaşkanım
Bir haksızlığa ve adaletsizliğe uğrayan kimsenin güveneceği son mercii, adaletin son kapısı olan mahkemelerdir.
Yargıya duyulan toplumsal güven ve yargıyla ilgili toplumsal algıyı ölçmek amacıyla yapılan çeşitli bilimsel araştırmalara göre, Türkiye’de yargıya duyulan toplumsal güven, bir düşüş eğilimi göstermektedir.
Aynı araştırmalara göre, bunun başlıca sebepleri arasında davaların çok uzun sürmesi, verilen kararların uygulanmasındaki güçlükler, kararların basın ve kamuoyu nezdinde tartışmaya açılması gibi hususlar yer almaktadır.
Ayrıca, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, yargı kararları ve hukuki süreçler daha geniş kitleler tarafından anlık olarak tartışılmakta, aynı mecralarda bazı davalarda çifte standart uygulandığı yönünde algılar oluşturulmaktadır.
Sosyal medyada bazı davalar ile ilgili olarak mesnetsiz haberlerin hızla yayılması ve yargısız infazlar, toplumda adalet sistemine olan güvenin daha da zedelenmesine neden olmaktadır.
Öte yandan, yargı kararlarına yönelik hukukun gelişmesine katkı sağlayan, objektif ve hukuki yorumları içeren kabul edilebilir eleştirilerin ötesine geçen; kararları veren yargıçlara ve soruşturma makamlarına yönelik kişiselleştirilmiş ithamlar, tehditler içeren ve bazen hakaret, iftira boyutuna varan ağır eleştirilerin de, hukuk devleti inancını ve yargıya olan güveni zayıflattığı bir gerçektir.
Yargıya Güvenin Artması İçin Alınabilecek Önlemler
Kamu kurumlarıyla ilgili olarak toplumda oluşan güven duygusu, kamu hizmetlerinin etkinliği ve idari istikrar açısından kritik bir öneme sahip olup, hususiyetle yargı bakımından hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verebilirlik ve adalet gibi faktörler çerçevesinde şekillenir.
Yargıya duyulan güvenin azalması, bireylerin hukuki yollara ve güvencelere olan inancını zayıflatır ve hak arama mekanizmalarına başvurmak yerine, kişileri haklarını hukuk dışı yollarla aramaya sürükler.
Bu bakımdan yargıya güvenin artırılması için alınabilecek önlemlerin ilk adımı, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirmek olmalıdır.
Bu kapsamda yargı süreçlerinde şeffaflık artırılmalı ve yargıya erişim kolaylaştırılmalıdır.
Yargı kararlarının gerekçeli, istikrarlı, tutarlı ve öngörülebilir olması, yargılamaların makul sürede tamamlanması da yargıya olan inancı pekiştirecektir.
Hukuk eğitiminin niteliğinin artırılması ve etik kuralların güçlendirilmesi de kamuoyunda güveni artıracak unsurlar arasında sayılabilir.
Yine yargı mensuplarının belirlenen mesleki etik değerleri içselleştirmeleri ve meslek hayatlarında titizlikle uygulamaları mesleki sorumluluklarının bir gereğidir.
Ancak, etik ilkelere aykırı davranışlarda bulunan veya mesleğin itibarını zedeleyen yargı mensuplarının, etkin teftiş ve iç denetim süreçleri ile tespit edilerek gerekli yaptırımların uygulanması ve bunun kamuoyu tarafından bilinmesi, toplumun adalet mekanizmasına olan inancının pekiştirilmesi açısından katkı sağlayacaktır.
YÜKSEK MAHKEME OLARAK DANIŞTAY
Yargısal Fonksiyonunun Etkileri
Sayın Cumhurbaşkanım
Danıştay’ın verdiği kararlar, bireylerin haklarını koruma bağlamında devlet ile birey arasındaki ilişkiyi adalet zeminine oturtmaya, böylece toplumsal barış ve güven ortamını güçlendirmeye katkı sağlamanın yanında, idarenin hukuk kuralları içerisinde faaliyette bulunmasını temin ederek idarenin işleyişine ve yapısına da yön vermektedir.
Örneğin, özelleştirme davalarına ilişkin kararlar, kamu kaynaklarının etkin kullanımını sağlarken, kamu ihalelerine dair kararlar, şeffaflığı ve rekabeti güvence altına almaktadır.
Çevre ve imar düzenleme ve uygulamalarıyla ilgili kararlar, doğal ve kültürel varlıkların korunmasına, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ve düzenli şehirleşmenin gerçekleşmesine katkıda bulunurken, yerel yönetimlere ilişkin kararlar, belediye hizmetlerinin adil ve etkin yürütülmesini sağlamaktadır.
Kamu Yararı ile Bireysel Haklar Arasında Dengeli Yaklaşım
Danıştay’ca, biraz önce değindiğim konular da dahil idari işlem ve eylemlerin hukuki denetimi yapılırken, evrensel hukuki değerler ve Anayasal ilkeler çerçevesinde kamu yararı ile bireysel hak ve özgürlükler arasında ölçülü ve hassas bir denge kurulmaya özen gösterilmektedir.
Tüm idari faaliyetin, bu arada tüm idari işlemlerin nihai amacı kamu yararını gerçekleştirmektir.
Diğer yandan, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, bireylerin temel haklarının korunması gerekir. Ancak bu koruma, mutlak olmayıp kamu yararı ile sınırlı bir biçimde gözetilir.
Kamu yararı tüm toplumun ortak yararını ifade etmesi nedeniyle bireysel çıkarlara üstün tutulmakta ise de, bu durum bireysel hakların bütünüyle göz ardı edilmesi anlamına gelmemekte, tesis edilen işlemlerde adil bir dengenin kurulup kurulmadığı denetlenmektedir.
Danıştay, idari işlemlerin kamu yararına dayanıp dayanmadığını değerlendirirken, idareye tanınan takdir yetkisini de göz önünde bulundurmakta, idarenin hangi yönde kamu yararını gözettiği, yani kamu yararının somut olayda nasıl tezahür ettiği, idarenin takdir yetkisi kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bu yetki, mutlak ve sınırsız olmayıp hukuka uygunluk denetimine tabidir.
İdari yargı mercileri, bu çerçevede bir yerindelik denetimi yapmaktan imtina ederek, yalnızca hukuka uygunluk denetimiyle yetinmekte; bu suretle yargının, yürütme ve idarenin işlem ve eylemleri üzerindeki hukuki denetim rolünü, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun biçimde sürdürmektedir.
Adil Yargılanma Hakkı Bağlamında Makul Sürede Yargılama
Bu prensipler çerçevesinde yargılama faaliyetini sürdüren Danıştay, yılların birikimi olan iş yükünü eritme ve yargılamayı makul sürede sonuçlandırma konusunda yoğun bir gayret göstermektedir.
Danıştay’ın iş yükünün azaltılmasına dönük yapısal değişiklik ihtiyacı, “idarî yargıda istinaf kanun yolu”nun 2016 yılında yürürlüğe girmesiyle büyük ölçüde giderilmiş, iş yükü ilk dört yıl ciddi oranda azalma göstermiştir. Ancak 2021 yılından itibaren tedricen artış eğilimine girmiştir.
2021 yılı içinde Danıştay’a gelen dosya 88.064, 2022 yılında 90.058, 2023 yılında ise 91.555 adet olmuştur. 2024 yılında 89.872 adet yeni dava dosyası intikal etmiş ve önceki yıldan devreden 112.928 dosya ile birlikte toplam 202.796 dosyadan 103.245’i karara bağlanmıştır. Bu suretle yeni yıla aktarılan dosya sayısı ilk defa yüzbin bandının altına indirilerek 2025 yılına 99.551 adet dosya devredilmiştir. Böylece,
2024 yılında gelen dosyaların çıkan dosyalara, yani karara bağlanma oranı %115 olarak gerçekleşmiş ve gelenden daha fazla dosya çıkartılabilmiştir.
Dosyaların karara bağlanmasındaki ortalama süre 2020 yılında 668 gün iken, beş yıllık süre sonunda 2024 yılı itibariyle dosyaların ortalama görülme süresi 413 güne inmiştir. Hedefimiz ve gayretimiz bu süreyi daha da aşağılara çekmektir.
İDARİ YARGIYA İLİŞKİN GÜNCEL KONULAR
Hukuka Saygılı İdare Anlayışının Geliştirilmesi Bağlamında İdari Usul Kanununa Duyulan İhtiyaç
İdarenin hukuka uygun işlemler tesis etmesi ve eylemlerde bulunması için, yargısal denetim gerekli olmakla birlikte, idarenin kendi içinde geliştireceği yöntem ve süreçlere de ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için idarenin, hukuka ve hukuku somutlaştıran yargı kararlarına uygun işlem tesis etme ve eylemde bulunma konusunda hassasiyet içinde olması, kendisine yapılan başvuruları çözüm odaklı bir anlayışla incelemesi, çözüm üretirken sorumluluk almaktan kaçınmaması ve bu konularda gerekli yetkilere sahip olması gerekmektedir.
Hukukumuzda, birçok kamu kurumunun kuruluşunu ve işleyişini düzenleyen kanunlarda dağınık ve sistemsiz bir şekilde yer alan idari usul kurallarının yanında bütün idareyi kapsayan bir Genel İdari Usul Kanununun yürürlüğe konulması;
idareye yol gösterici ve idare-vatandaş ilişkilerini düzenleyici yönüyle kamu hizmetlerinden yararlananların memnuniyetini artıracağı gibi, idari yargıda iş yükünün azalmasını da sağlayacak, en önemlisi idare hukuku alanında gerçek bir reform olarak anılacaktır.
SEMPOZYUM
Sayın Cumhurbaşkanım
Bugün öğleden önce gerçekleştirilen bilimsel toplantıda; imar hukuku çerçevesinde karşılaşılan uyuşmazlıkları, deprem ve diğer doğal afetler nedeniyle açılan tazminat davaları, imar planlarına karşı açılan idari davalar başta olmak üzere ilgili konuların, alanında uzman akademisyenler ve yargı mensupları tarafından değerlendirildiğini hatırlatmak istiyorum.
23 Nisan 2025 tarihinde İstanbul’da ve devam eden günlerde Simav’da meydana gelen depremler; Ülkemizin en büyük meselelerinden birinin deprem ve bu yalın gerçekliğin bir kez daha ortaya koyduğu üzere çarpık yapılaşma olduğunu hatırlatmış bulunmaktadır. Bu durum aynı zamanda sempozyumda seçilen ve incelenen konuların ne kadar isabetli olduğunu da göstermiştir.
Bilimsel toplantımızın başarılı ve verimli geçmesine paylaştıkları fikirleri ve bildirileri ile büyük katkı sunan değerli akademisyenlere ve yargı mensuplarına teşekkür ediyorum.
SONUÇ
Sayın Cumhurbaşkanım, değerli meslektaşlarım, kıymetli misafirler;
Bu tören vesilesiyle, milletimizin kadim adalet anlayışı, tarihsel mirasımız, akademik tartışmalar ve evrensel hukuki değerler çerçevesinde görüşlerimizi huzurlarınızda ifade etme fırsatı bulduğum için büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Danıştay olarak, hukukun üstünlüğünü koruma ve idari yargı sisteminin en etkili biçimde işlerliğini sürdürme, geliştirme ve güçlendirme görevimizi eksiksiz yerine getirmeye devam edeceğimizi tekrar ifade etmek istiyorum.
Bu amaca hizmet etmek için kurulduğundan beri Danıştayda görevini layıkıyla yerine getirmiş tüm meslek mensupları ile hâkim-savcı ve idari personelimize şükranlarımı sunuyorum.
Vefat edenlere ve yargı şehitlerimize Allah’tan (cc) rahmet diliyor, hukuk alemine verdikleri katkılar nedeniyle kendilerini saygıyla anıyorum.
Emekli olup hayatta olanlara ve görevinin başında bulunan tüm mensuplarımıza bundan sonraki hayatlarında sağlık ve huzur içinde uzun ömürler temenni ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, törenimize katılarak bizleri onurlandırdığınız için hepinize bir kez daha teşekkürlerimi sunuyor, sağlık ve afiyetle iyi günler diliyorum.
Zeki YİĞİT Danıştay Başkanı