Adaletin Hakikati |
Doç.Dr. Selami TURABİ[1]
Bizim medeniyetimizde kişisel gelişim için yapılan uygulamalar vardır, bilmem bilir misiniz. Şimdilerde moda terim olarak “kişinin kendisini gerçekleştirmesi” etkinlikleri. Eskimeyen ifadeyle “kemâlât yolculuğu”, “kâmil insan olma gayreti” gibi. İşte kemâlât yolculuğunun son duraklarından birisi de “murakabe” dersleridir. Yıllar süren özel eğitimler sonucu kalp temizlenir, kalbi selim olur; temiz kaynak haline gelen kalpten akıl beslenir, dinginleşir, hürleşir, akli selim olur ve bu aşamadan sonra son merhalelerden birisi olan murakabe dersleri başlar. Murakabede bazı hakikatler tefekkürle sezilmeye çalışılır. İnsanın hakikati, eşyanın hakikati gibi birçok kurum ve kavramların hakikatleri algılanmaya çalışılır. Buradan hareketle, eskimeyen yöntemlerle, Adaletin hakikatini birlikte idrak etmeye sizleri davet ediyoruz.
Malum adalet, “El-Adl” kökünden türetilmiş olup Allah’ın 99 isimlerinden birisidir[2]. Adili mutlak; yüce yaratıcımız, yaşatıcımız olan Allah’tır. Adalet onun sıfatının tecellisidir. Adillik ona ait bir sıfattır. Allah, görendir, duyandır, bu vasfını insanla paylaşmıştır. Yine Allah adildir, adalet vasfını insanla paylaşmıştır ve adil olanları sevdiğini kitabı keriminde zikretmiştir[3].
Adalet, Allahın (cc) bir sıfatı ise ve bu sıfatı insanla paylaşmış ise bu sıfatın kamilen kendisinde tecelli ettiği numune insanlar, kendisini gerçekleştirmiş, kamil insan dediğimiz kişilerdir. Böyle insanlar yetiştiği müddetçe modern dünyaya ait tüm problemlere Hakkın nazarı ile bakılacak ve Hakkın terazisi ile gerçek adalet tecelli edecektir.
Bir hadiste “Bir saat adalet 70 yıl ibadet gibidir”[4] buyrulmaktadır. Bu sebeple adalete dair çalışmaların bir saati bile diğer ibadetlerin en az 70 yılına denk sevaba müstahaktır. Amacımız sevap tüccarlığı değildir ancak adalet çalışmalarının öneminin anlaşılması için bu kural önem arz etmektedir. Kürsü hâkimlerimiz hatıra geldi de akşamlara kadar duruşma yapılırdı. Akşama kadar sekiz saat duruşma olsa, sekiz çarpı yetmiş, 560 yıl, bir günlük duruşma karşılığı 560 yıl ibadet yapmış gibi mi olunuyor, diye sorduğumuzda, açıkçası içimize de pek yatmadığını söylemek isteriz. Zira adaleti duruşma yapmaya kadar sığlaştırmak, adaleti kısırlaştırmak olacaktır. Peki, neydi o bir saat adalet işi, 70 yıl namaz kılacağınıza bir saat adalet ameliyesi içinde olmak. Bizce Adaletin hakikatine dair anahtar buradadır.
Adalet, esasında ibadetlerin şahıdır. Adalet farzı ayındır. Kitabı Kerimde diğer farzlar olan namaz, oruç, zekât ve diğerlerinden bahsedilirken bir kibarlık, bir nezaket görürsünüz. “Namazlarınızı kılınız, oruçlarınızı tutunuz, zekâtınızı veriniz” ancak mevzu bahis adalet olduğunda hiçbir farzda olmayan şedit bir emir kipiyle “Allah adaleti emreder[5]” buyrulur.
Peki, nedir adalet? Nasıl bir adalet ki yetmiş yıl ibadete denk?
Adalet; akıl kovasıyla, bilgi ipiyle, vicdan kuyusundan abı hayat olan adalet suyunun çıkarılması işidir. Tanımdan hareketle adalette üç sacayağı vardır. Bunlardan birincisi akıl, ikincisi bilgi, üçüncüsü vicdandır. Adaleti anlamak için aklı anlamak, bilgiyi anlamak ve vicdanı anlamak gerekir. Hele hele adil olmak için anlamak yetmez, selim bir akıl, doğru, saf bir bilgi ve selim bir kalbe sahip olmak lazımdır. Çünkü akıl olmazsa adalet olmaz, bilgi olmazsa adalet olmaz. Vicdan olmazsa kirliyse adalet olmaz. Temiz vicdanın mekânı, selim bir kalptir. Kirlenmiş bir kalpte vicdanın da temiz kalması mümkün değildir. Öyleyse adalet meselesine akıldan başlanması gerekmektedir.
Adalet İçin Selim / Hür Bir Akıl Gereklidir.
Akıl, bizim medeniyetimizde korunması gereken beş temel haktan bir tanesidir. Bugün İnsan haklarının kaynağı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bakınız. Aklın korunması diye bir temel hak göremezsiniz. Henüz keşfedememişlerdir. Bizde aklın muhafazası; canın, malın, dinin ve neslin muhafazası yanında beşinci temel haktır. Aklı korumak hem bireyler için zorunluluktur hem de devletin bu yönde tedbirler alma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır.
Akıl, sözlükte bağ anlamına gelmektedir[6]. Bildiğimiz ayakkabı bağı gibi. Yani akıl yaratılış itibarıyla bir şeyi, bir şeye bağlayan alettir. Onun işi bağlanmaktır. Göz nasıl görür ise akıl da bir şeye bağlanarak işlem yapar. Siz aklı bağlanması gereken yere bağlamazsanız bu sefer o tabiatı gereği muhakkak başka bir yere bağlanacaktır. Hür akıl demek, aklın Hak ve hakikat değerlerine[7] bağlanması demektir. Akıl, gerçek değerlere bağlanmaz ise bu sefer sahte değerlere bağlanır. Cahil insanlara bağlanır, paraya bağlanır, makama bağlanır, inançsızlık inancına bağlanır, bağlanır da bağlanır. Anadolu’da bir söz vardır. “Siz kızınıza sahip çıkmaz iseniz ya davulcuya kaçar ya da zurnacıya”. Siz aklınızı korumazsanız, bağlanması gereken yere bağlamazsanız aklınız kendisini ya sahte ilahlara ya ilah yerine konan beşerlere veya beşer icadı “izmlere-ideolojilere” muhakkak bağlar.
Yine akıl, iyiyi kötüden ayırt eden bir alet değildir. Akıl yaslandığı, bağlandığı, kuralları baz alarak iki iyiden birisini tercih eden alettir. İyiyi kötüyü akıl değil değerler belirler. Mesela akla göre kurban kesmek vahşettir, bir canı katletmektir. Kültürel değerlerimize göre kurban, insanı Allaha yaklaştıran ibadettir. Medeniyetimiz akılla ilgili olarak selim bir akıl tabiri kullanmıştır. Hür bir akıl, Hak ve hakikat değerlerinden gayrisine bağlanmayan akıl. Bugün Türk yargısının en önemli sorunlarından birisinin bu olduğu söylenmiyor mu? Aklını okyanus ötesinde bir insana bağlamış çok sayıda hâkimi, savcıyı veya hukukçuyu akıllarını kiraya verdikleri için ihraç ettik. Yine devlette çok önemli görevde olan birçok kamu görevlileri de ihraç oldu. Hatta kendisini gizleyen işbirlikçilerinin sayılarının da hayli yüksek olduğu söyleniyor. Siz aklınızı gerçek değerlere bağlamaz iseniz bu sefer o kendisini başka sahte değerlere bağlayacaktır. Akıl onu mutlak doğru zannedecek onun ilke ve inkılapları doğrultusunda çalışacaktır. adaletin hakikati için hür/ selim/ temiz bir akıl gereklidir. Bu hakiki adalet için birinci şarttır.
Adalet İçin İkinci Koşul Bilgidir.
Meselenin çözümü için gerekli asgari ilme/ bilgiye sahip olunmalıdır. Burası çok açık olduğu için bilgi üzerinde fazlaca durulmaya gerek yoktur. Özellikle bilgi teknolojilerinin yaygın olduğu bu çağda, bilgiye erişimin bir tık mesafede oluşu nedeniyle adaletin tecellisinde bilgi ve erişiminde sorun bulunmamaktadır. Bu sebeple bu başlık altında bu açıklamalarla iktifa edeceğiz.
Adalette Üçüncü Sacayağı ise Vicdandır.
Adaletin üçüncü sacayağı ve belki de en önemlisi vicdandır. Adalet vicdandan doğar. Anayasamıza göre “Hâkimler vicdani kanaatlerine göre karar verirler[8]”. Hâkimler, akıllarına göre bilgiye göre veya Yargıtay içtihadına göre karar verir denmemiştir. Anayasal kavram haline gelen vicdan bu sebeple de çok önemlidir. Vicdan nedir diye sorduğumuzda ortalık toz dumandır. Vicdanın ne olduğunu bilmeyenlerin sayısı bilenlere göre daha fazladır. Konuyla ilgili ülkemizde yazılmış çizilmiş eserlere baktığımızda da yine vicdanı bulamazsınız. Dedik ya memlekette vicdan sorunu var. Hukuk alanında konuyla ilgili bir kaç tez çalışması var. Ortada başkaca ciddi bir esere de rastlamak mümkün değildir.
Modern hukuk bilimi vicdanı, insanın içinde, kalbinde, uhrevi gibi şeyler olduğunu kabul etmez. Kendi inanç dünyasına göre aklın, bilimin vardığı son nokta olarak görür. Bizim anladığımız vicdanı reddeder. Anayasada bahsedilen vicdan, insanın içinde, insana ait, kalbinde, sızlayan, kirlenen bir şey değil aklın, bilimin vardığı son noktadır, der.
Gerçek adaletin tecellisinde, üç sacayağından birisi olan vicdan hakkında maalesef ülkemizdeki tüm hukuk fakültelerinde, hâkim ve savcı eğitim merkezlerinde ve dahi hâkimlerin ve avukatların eğitiminde bu vicdan meselesi üzerinde hiç durulmamaktadır. Adaletin membaı, çıktığı, doğduğu yer olan vicdan ile ilgili hiçbir eğitim alınmıyor. Ne hukuk fakültelerinde ne de başka bir yerlerde müstakil bir ders yok. Bu vicdan meselesi esasında sadece hukukçuların değil tüm memleketin meselesidir. Ancak adaletin kurumsallaşmış alanlarında, bu konu üzerinde durulmaması üzücü ve şaşırtıcıdır.
Hukukçular arasında bir tartışma vardır. Yapay zekâyla donatılmış bilgisayardan hâkim olur mu? En ileri sisteme sahip bir bilgisayara tüm kanunları ve Yargıtay içtihatlarını yükleseniz ve yine bin bir olasılığa göre hüküm verme programları geliştirseniz, bilgisayar hüküm verebilir mi? Örneğin kadın eşini dövmüş, doktor raporu var. Sanığın sabıkası yok vs tüm verileri girdiğimizde bilgisayar, kanun ve içtihatlardan yararlanarak mükemmel bir karar ortaya çıkarabilir. Yani kasten yaralamadan 4 ay hapis, eşe olduğu için yarı oranında artır, 6 ay hapis. Sabıkası yok, paraya çevir, 3.600-TL veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar ver. Hatta AİHM içtihatlarını dahi karara ekleyebilir. Bu işlemi mükemmel yapabilir.
Peki, böyle olmasına rağmen bilgisayardan hâkim olur mu?
Cevap hayırdır. Niye olmaz dediğimizde çünkü bilgisayarın vicdanı yoktur. Gerçek adaletin tahakkuku için vicdan olması lazımdır. Çünkü örnekteki sanık olan hanımefendi diyecek ki “hâkim bey, bi sor, niye dövdüm, Allah aşkına bi sor”. Hâkim de soracak; “kızım kocanı niye dövdün”. O da başlayacak anlatmaya, adamın eve alkollü gelmelerinden, çocuklara bakmamasından, kendisine karşı şiddet uyguladığından, evin geçimine katkısı olmadığı gibi kendi çalıştığı üç kuruşu elinden zorla alıp içkiye vermesinden, olay günü yine aynı şekilde elinden zorla parayı almaya çalışırken vs vs. anlattıkça hâkimin vicdanı diyecek ki vallahi bu adam, bu kadının ayağını öpse hakkını ödeyemez, bu kadına bırakın ceza vermeyi, bu adam hakkında işlem başlatmak lazım diyecek ve hanımefendi hakkında beraatına veya ceza vermeye yer olmadığına karar verebilecektir. Mesele nerden nereye gelecektir.
İşte vicdan budur. Gerçek adalet temiz, naif vicdanlardan doğacaktır. Memleketimizde bırakın vicdanı temiz hukukçu ne kadar var, sorusunu sormaya daha vicdanın ne olduğunu bilmeyen, kavrayamayan ve hatta gerçek vicdanı kabul etmeyen reddeden hukuk insanları güruhuyla doludur.
Adalet için aklın kiraya verilmemiş, hür, selim olması yanında vicdanında hür, temiz olması zorunludur. Kirli vicdandan temiz adalet çıkmayacaktır.
Peki, nedir o zaman Vicdan?
Malum insan iki veçheli bir varlıktır. Bir yanı zahirdir, bir yanı batındır. İnsanın bedeni yanında, ruhu da vardır. Bugün modern bilim, çok şükür ki ruh denilen varlığı kabul etmektedir. Bu sebeple vicdanın da izahı kolay olacaktır. Göz, kulak ve beden insanın maddi veçhesi iken ruh, duygular vs de insanın batın yönüdür. İşte vicdan, insanın batınında yer alan organlarından birisidir. Evet, vicdan bir organdır. Dalak, mide, pankreas nasıl ki bedenin zahir bir organı ise vicdan da insanın batınında yer alan bir organdır. Nasıl ki göz görür, kulak duyarsa vicdan da her zaman içerisine yerleştirilmiş alıcılarla doğruyu, Hakkı, hakikati gören ve söyleyen bir organdır. Vicdan, malum Arapça bir kavram olup “vecede” kökünden gelmektedir[9]. Vecede, bulmak demektir. Vicdan; Hakkın, hakikatin bulunduğu yer demektir. Hakkın olduğu yerde karanlık olmaz. Işık her zaman karanlığı boğar. Bu sebeple vicdan, hiçbir zaman yalan söylemez. Haktan aldığı donelerle hareket eder. Nasıl ki örümcek doğuştan ağını örer, o kabiliyet onda vardır. Vicdan da doğuştan tertemiz gelir ve hep mutlak doğrudan yana olur. Vicdanın dinle imanla doğrudan bağlantısı yoktur. Vicdanın insanla bağlantısı vardır. İnsanın mükemmel oluşu gereği insana bahşedilmiş bir özelliktir. Her insanda vardır ve her insanda doğuştan tertemiz gelir. Ancak vicdan kirlenebilir. Körlenebilir. Doğuştan temiz gelen vicdanı çevresi, anne ve babası veya inanç sistemi kirletmektedir. Bizim inancımıza göre her doğan çocuk, temiz İslam fıtratı üzerine doğar sonra onu anne babası değiştirir[10]. İşte Yahudi aileden doğan çocukta da pırıl pırıl vicdan vardır. Ancak çevresi, anne babası, dini onu şekillendirir. Vicdan doğuştan temiz gelir, vicdanı yeter ki çevre ve etraf kirletmesin.
Bugün ülkemizde adaletin en büyük sorunu nedir? Sorusuna aldığımız yanıt genelde FETÖ meselelerinden dolayı adaletin akıl sorunu vardır, denilmektedir. Yani yargıda aklını kiraya vermiş insanlardan hâkim, savcı, hukukçu olamaz denilmektedir. Kabulümüzdür. Ancak FETÖ ile mücadelede ihraç edilen rakamlar göz önüne alındığında yargının bu sorunu çözüldü mü diye sorduğumuzda aldığımız cevap yine hayırdır. İşte bizce yargının akıl sorunu olmakla birlikte en öncelikli sorunu “vicdan” sorunudur. Meselelerin çözümünde olaylar, vicdanlara indirilerek çözülmediği müddetçe adaletin tecellisi bir türlü gerçekleşemeyecek ve neticede sorunlar katlanarak devam edecektir.
Uzun süredir yargıda bulunmuş birisi olarak yargının bırakın vicdandan “abı hayat” dediğimiz adalet suyunu çıkarıp milletin derdine deva olmayı daha vicdanın ne olduğunu bilmeyen hatta gerçek vicdanı reddeden sözde bilim adamı ve hukukçu güruhuyla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek isteriz. Bunu her platformda sürekli söylemeyi kendimize görev addediyoruz. Ortada bir hastalık olduğu kabul edilememektedir ki teşhise, tedaviye geçilsin. Bu milletin idealiyle, umuduyla bizden doğan yargı uygulamaları uyuşmamaktadır. Yargıya güven endeksleri veya yargıya güven anket sonuçları ortadadır.
Mevcut adalet düzenindeki aksaklıklar ve çözüm yolları oturulur, konuşulur. Bunca yıllık adalet uygulamaları yabana atılacak bir birikim değildir. Ancak unutulmamalıdır ki bir o kadar da önemli olan bir husus vardır ki mevcut adalet düzeni, yüzyıl önce yeni Türkiye Cumhuriyetinin ihtiyaçları dikkate alınarak ve birazda kolaycılığa kaçılarak batıdan aynen iktibas edilen kanunlarla kurgulanmıştır. Artık Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir yüzyıl hayali düşünülmektedir. Her alanda yeni yüzyıl kurgusuna biz de adalet camiası olarak yepyeni milli ve yerli bir adalet düzenini kurgulamamız gereklidir.
Mevcut adalet düzeni tabir caizse son model gıcır gıcır Türkiye Cumhuriyeti arabasının, 1920 model eski püskü motoru gibidir. Bu motor bu arabayı çekmemektedir. Motor evet modifiye edilmiştir. Ancak yine de hayalimizdeki menzile bu motorla gidilmesi mümkün değildir. Milli ve yerli unsurlarla yeni adalet motoru yapılmalıdır. Toplumsal vicdanı, milli ve kültürel hassasiyetlerimizi yansıtır şekilde “yeni bir hak paradigması üzerine” kurulu bir adalet mekanizması çalışmalarına başlanmalıdır. Komple yerli ve milli bir motor çalışması yapılmalıdır. Nasıl ki milli ve yerli iha ve sihalar gücümüze güç katmışsa aynı şekilde milli güç unsurlarıyla tamamen milli ve yerli bir adalet düzeni de milletimize ve devletimize güç verecektir. Bugünün en büyük hamakatı, mevcut batı vicdanından doğmuş aksak bir adalet fikriyatının bu necip milletin derdine deva olacağı, adalet susuzluğunu gidereceği zannıdır.
Söylediklerimiz ütopya değildir. Bir davanız, bir iddianız varsa, mazlum coğrafyalara abı hayat olan adalet suyundan götürme hedefiniz varsa behemehâl milli ve yerli bir adalet fikriyatını ortaya koymanız gerekmektedir. Evleviyetle bu necip millet, abı hayat mesabesinde olan bu adalet suyuyla buluşturulmalı, akabinde yüzyıldır bizden beklenen bu adalet suyu, mazlum ve mağdur coğrafyalara ulaştırılmalıdır.
[1] Hâkim / Genel Müdür Yardımcısı; Adalet Bakanlığı, Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü. [2] “El Adl” için bkz.: İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/adl, E.T.: 31.01.2023 [3] Hucurat Sures, 9. Ayet: “…Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” [4] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 58, 1721; bk. ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, IV, 67 [5] Nahl Suresi, 90.Ayet. [6] Akıl, kelimesinin Arapça kökeni olan “akl”; develerin dizlerini bağlamak için kullanılan ip anlamındadır. Bkz: Kocasavaş, Yıldız; Şeybânî-Name’de Aklın Yorumu, s.300. [7] Lüzumsuz tartışmalara yol açmamak için “hak ve hakikat değerleri” kavramı şeklinde üst bir ifadeyle durumu izah ederek, kavramın içinin doldurulması konusunu sizin iz’anlarınıza havale ediyorum. [8] Anayasa’nın 138/1. maddesi: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; … vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” şeklindedir. [9] Vicdan kelimesi Arapça bir ifade olup “v-c-d” kökünden türetilmiştir. Sözlükte “bulmak, zenginleşmek ” anlamlarındaki vecd kökünün mastarıdır. Bilgi için bkz.: Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, Çıra Yay., İstanbul, 2012, s.1537 [10] “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” Hadis için bkz: Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5.
NOT: Bu makale Adalet Medya: “Hukuk ve Adalet Dergisi” 1. sayısında yayınlanmıştır.